Son 40-50 yılda inanılmaz bir hızla gelişen iletişim çağı istesek de istemesek de, bireyleri ve toplumu çok fazla etkilemektedir. Bireylerin ve toplumun iletişim araçlarının etkisine maruz kalmaktan kurtulmaları olanaksız görünmektedir.

Çünkü, sabah kalktığımız andan itibaren radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler, afişler, bilgisayarlar, cep telefonlarımız ve birlikte yaşadığımız diğer bireyler sürekli bizlere bir şeyler iletmeye ve kendilerince doğru kabul ettikleri şeyleri kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu kadar bilgiyle karşı karşıya kalmak bizi ne yönde etkiliyor? Elbette bunun yanıtı bizim iletişim araçlarını ne kadar doğru kullandığımıza bağlı. Doğru kullandığımız sürece bizi olumlu yönde etkileyecekleri kesin. İletişim araçlarıyla genellikle herkes ya da her kurum; kendince doğru bildiği şeyleri yaymak, birilerine kabul ettirmek ve bundan da doğrudan ya da dolaylı kazanç elde etmek istemektedir. Ancak, bize doğru diye aktarılan her şey bilimsel süzgeçten geçmiş gerçek doğrular olmayabilir. Biz bunların içinden, zorda olsa, gerçek doğruları bulmak durumundayız. Aksi takdirde kendimiz ve çevremizin zarar göreceği durumlarla karşı karşıya kalabiliriz.

Bu bilgi karmaşası içinde başta gelen konulardan biri; hasta olmamak için ya da hastalık gelişince kullanmak üzere bize sunulan tedavi ve beslenme önerileridir. Tüm iletişim araçları sürekli, ne yer ne içersek şu hastalığa yakalanmayız veya bu hastalıktan kurtuluruzun reçetelerini verme ve içlerinde ne olduğunu tam bilmediğimiz bir şeyleri pazarlama çabası içindeler. Bunların yanı sıra çevremizdeki bireyler de hastalık söz konusu olunca her biri birer uzman kesilmekte ve bizlere değişik önerilerde bulunmaktadırlar. Hastalıklar ya da hasta olmamamız için yapılan tüm bu tedavi ve beslenme ile ilgili önerileri toplasak acaba ne kadar olur? Sanırım bir kişinin günlük tüketmesi gerektiği sıvı ve besinin çok çok üstündedir. Yani ne yiyip içeceğimizi şaşırmış durumdayız.

Bu konularla ilgilenen kişiler doğal olarak toplumda daha çok görülen hastalıklar üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Mide barsak hastalıkları, kanserler, akciğer hastalıkları, soğuk algınlığı, prostat hastalıkları, guatr, böbrek taşları, kısırlık, şişmanlık gibi konular bunların başında gelmektedir. Bunlarla ilgili her gün sayısız öneri paylaşılmakta ve internet ortamında da bu bilgiler kalıcı olmaktadır. Yani şu anda bir hastalıkla ilgili ne iyi gelir diye internette bir arama yapsak sayısız öneri ile karşılaşırız. Örnek olması açısından bir televizyon kanalında sunucu tarafından ‘Lokman Hekim’ diye tanıtılan birisinin önerisini vermek istiyorum. Astım, bronşit, nefes darlığı ve bağışıklığı güçlendirme için önerilen macunun hazırlanışı: Yarım kavanoz bal içine Z, ÇO, K, Z, T, K, AP, H ve AS (maddeleri bilerek sadece başlık olarak yazdım) dan birer tutam katıp karıştıracağız ve günde 3 kez bir tatlı kaşığı tüketeceğiz. Bir başka kanalda ise uykusuzluğa iyi geldiği söylenen bir çay tarifinde: 300-400 ml kadar suya P, A, R, L, M ve G maddeleri konuyor. Suyun içine maddeler sırayla konulurken nerdeyse her şeye iyi gelen faydaları tek tek anlatılıyor. Abartmıyorum bu maddelerin iyi gelmediği bir organımız ya da hastalık kaldı mı diye iki kez dinledim bulamadım. Yani sadece bu çayı kullansak hiçbir sorunumuz kalmayacak. Peki ne kadar koyacağız? Bu tür maddelerin hazırlanışında ölçülerimiz: Bir tutam, biraz, göz kararı, çok az, birkaç tane. Bu bilimsel! ölçülerde maddeleri karıştırdıktan sonra kaynayana kadar ısıtıyoruz, 5-10 dakika demlenmesini beklettikten sonra süzüp içiyoruz. Tarifi veren kişi; en mükemmeli yakalamak için birkaç haftadır farklı farklı versiyonlarını deniyorum en son bu altılı karışımla yaptığım zaman 10 dakika içinde uykuya dalıp sabaha kadar deliksiz uyuduğumu saptadım diyor. Yani mükemmel doz ve miktarı birkaç hafta deneyerek bulmuş. Bir ilaç geliştirirken uygun doz ve karışımı bulmak için yıllarca uğraşılır, hayvanlar ve gönüllü insanlar üzerinde denemeler yapılır. İşte bu aşamayı ustamız tek başına ve birkaç haftada hallediyor ve en etkili dozu buluyor. Zararı mı? Öyle bir şey zaten yok!

Bu tariflerde önerilen yiyeceklerin çoğu aslında günlük yaşantımızda zaman zaman kullandığımız yiyeceklerdir. Ancak bunların belirli işlemlerden geçirilip, birbirleriyle karıştırılıp, belirli bir düzende kullanılması durumunda artık bu ilaç benzeri bir maddeye dönüşmektedir. Elbette ilaçlar da çoğunlukla bitkilerden elde edilen maddelerdir. Ancak, bir ilacın elde edilmesi çoğu zaman 10 yıldan daha uzun süre almaktadır. Burada en önemli sorun ilacın hastalığa en etkili ancak kabul edilebilir en düşük yan etkili dozunu bulmaktır. Unutulmamalıdır ki, tükettiğimiz her şeyin az ya da çok yan etkisi de vardır. Temel kural şudur: ‘yan etkisi olmayan şeyin etkisi de olmaz’.   Bu kurala ‘su’ da dahildir. Gereğinden fazla kullanılırsa su bile zararlı olabilir. O nedenle ilaçlar üretim aşamalarına geçmeden hastalığa en etkili ancak kabul edilebilir en düşük yan etkili dozu saptamak, bu dozun hangi sıklıkta ve ne kadar süreyle kullanılacağını belirlemek, ilacın hangi ilaç ve yiyeceklerle birlikte alınmaması gerektiğini belirlemek, kimlere verilmesi ya da verilmemesi gerektiğini (çocuk, gebe, böbrek hastası, kalp hastası gibi) saptamak için bir dizi denemeler yapılır. Bunların sonunda ilaç haline gelir. Unutulmamalıdır ki yine de, her ilaç aynı zamanda bir zehirdir. Aslında bütün maddeler birer zehirdir. Modern tıbbın kurucularından Paracelcus’un dediği gibi: Zehirli olmayan madde yoktur. Zehir ile tedavi edici olanı ayıran ‘doğru doz’dur. Bu duruma en güzel örnek günümüzde nerdeyse her alanda kullanılan ve herkesin bildiği Botoks’dur. Botoks, bir besin zehiri olan ‘Clostridium botulinum’dan elde edilir. Bu toksin yani zehir, bilinen en güçlü zehirdir. Çok çok düşük miktarları bir insanı öldürmeye yeterlidir. Nasıl oluyor da bu kadar güçlü zehir günümüzde tedavi ve estetik amacıyla bu kadar yaygın kullanılabiliyor. Bunun yanıtı, uygun doz ve uygun şekilde kullanımdır. Bu şekilde en güçlü zehiri bile faydalı hale getirebilirsiniz, ancak uygun miktar ve şekilde kullanılmayan en basit şeyler bile çok zararlı hale dönüşebilir.

Yukarıdaki çay ve macun önerilerini bu gözle bakacak olursak: Hangi bilimsel kanıtla bu kadar çok maddeyi birbiri ile karıştırdık? Bunları karıştırırken hiçbir bilimsel ölçüt kullanmıyoruz. Herkesin tutam, birkaç tane, biraz anlayışı farklıdır. Bunların miktarının hiç mi önemi yok. Günde 3 değil 2 veya 4 öğün kullansak belki daha iyi olmaz mı? Hangi bilimsel ölçüt 3 öğünü belirledi. Bir tatlı kaşığı değil bir çay ya da bir yemek kaşığı mı yemeliyiz? Niye sadece kaynayana kadar bekliyoruz kaynadıktan sonra 10 dakika daha kaynatsak belki daha iyi olacak. Bu soruları çoğaltabiliriz. Bunların bilimsel cevabı yok. En önemlisi, bunlar faydalı olurken diğer organlarda ne gibi zararlar veriyor? Bunlarla ilgili bilgi yok. Tek tek zararsız olan maddeler bazen birleşince zararlı yeni bileşikler oluşturabilmektedir. Oysa bu tarifler güzel güzel anlatılıyor, neredeyse faydalı olmadığı bir hastalık yok ama bir tek zararından bile bahsedilmiyor. Bir Aspirin bile içecek olsanız prospektusunda tonlarca yan etkiden bahsedilmekte. Ben böyle öneriyorum ben zararını görmedim kullanabilirsiniz şeklindeki yaklaşım bilimsel olmadığı için kabul edilemez.

Günümüzdeki iletişim ortamında bu kadar çok bilgi kirliliğiyle mücadele etmek elbette çok zor. İnsanların çaresizliğinden, iyi niyetinden, saflığından yararlananlar her zaman olmuştur ve olacaktır. Burada en büyük sorumluluk yine kişilerin kendine düşmektedir. Daha uyanık olmak, bilimi rehber olarak kabul etmek, çok araştırmak, sorgulamak ve güvenilir kaynaklardan bilgiler elde etmeye çalışılmalıdır. Kişilerin yanı sıra elbette denetim kurumlarının da büyük sorumlulukları var. Devlet, meslek odaları, dernekler, hukukçular, iletişim organlarının yöneticilerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Belki de internet ortamında ‘bugünkü bilgilerimize göre doğru olduğu kabul edilen bilgiler’in yayınlandığı ayrı bir platform oluşturulabilir. Bu platforma kişiler istediği gibi bilgi koyamaz. Ancak belirli mercilerin (meslek odası, dernek, üniversite vs) onayından geçen bilgiler buraya konabilir. Bu belki zor ve ütopik görülebilir ama aklıma başka öneri de gelmiyor.

İki hafta sonra görüşmek üzere.