Tolstoy 67 yaşındayken, 7 yaşındaki oğlu Vanichka hayatını kaybeder. Bu durum Tolstoy’u derinden sarsar. O dönemde Moskova Bisiklet Severler Derneği kendisine bir bisiklet armağan eder. Bir taraftan kaybettiği oğlunun yasını tutan Tolstoy, diğer taraftan düşe kalka bisiklet sürmeyi öğrenir. 67 yaşında, bembeyaz sakalları olan bir adamın sürmeyi öğrendiği o bisiklet, “Tolstoy’un Bisikleti” adlı bir metafora dönüşür ve hayatta hiçbir şey için geç kalınmadığının mesajını verir bize.
Ancak zaman zaman pek çoğumuzun yaşadığı şeydir, geç kalmışlık hissi. Çünkü içinde bulunduğumuz toplum, her bir bireyin biricik olduğunu göz ardı ederek, belli yaş dönemleri için belli roller biçmiştir. Sırf bundan ötürü kimileri eğitim hayatı için, kimileri sevdiği işi yapmak için, kimileri evlenmek için, kimileri çocuk dünyaya getirmek için, kimileri aşık olmak için... geç kaldığını düşünür. Bu geç kalmışlık düşüncesi de insanları hareketsiz kılar. Çünkü insan, ne kadar hareket ederse etsin “bu saatten sonra yetişemeyeceğini” zanneder. Belki aralarında yetişemeyenler de olacaktır. Ama hiç adım atılmamış bir yol ile yürünmeye başlanmış bir yol aynı olabilir mi? Elbette olamaz. Birine uzaktan bakarsın birinin ise içinden bakarsın çünkü. Yürümek istediğiniz yola geç kalmışlık hissinden dolayı uzaktan bakıyorsanız eğer; görünmeyen parmaklıkları tek tek inşa ediyorsunuz demektir. Çünkü bazı parmaklıkları ellerinizle tutamazsınız, gözlerinizle göremezsiniz. Ama hissedersiniz, sizi engelleyen bir şeyler vardır. Bazen içinizdeki susmayan sabotör sestir bu, bazen konfor alanınızdan çıkma korkusu, bazen geçmişin tasası, bazen de gelecek kaygısı…
Düşünün bakalım, siz hangi parmaklıklar ardından bakıyorsunuz hayata? Eğer ki kendiniz iseniz, kendi önünüzdeki parmaklık, çekilin kendi önünüzden.