Çoğunlukla çekildikleri dönemin toplumsal ve siyasi oluşumları hakkında seyirciye bilgi veren sinema filmleri, toplumsal anlamda bazı gerçeklerin yansımalarını ortaya koyar.
Bu noktada “Sinema hayatın bir izdüşümüdür’’ düşüncesinden yola çıkarak, Yeşilçam sinemasının halkın içinde bulunduğu durumu ve beklentilerini dile getiren, bir halk sineması profili çizdiğini söyleyebiliriz.
Özellikle 1970’li yıllar, kırdan kente iç göçlerin ve gecekondulaşmanın arttığı, kapitalizmin daha da yayılmaya başladığı ve siyasi ayrışmaların ön plana çıktığı zamanlardır.
1970’li yıllarda popüler olmaya başlayan Kemal Sunal filmleri de bu bağlamda halkın içinde bulunduğu sıkıntıları ve halkın beklentisini ön plana çıkaran Yeşilçam filmleri arasında yer almaktadır.
Kemal Sunal’ı filmlerinde, kimi zaman kırdan kente göç eden ve kentte tutunmaya çalışan bir gariban olarak, kimi zaman her işe koşturulan işbilir bir kapıcı olarak, kimi zaman köyde ağasının yaptığı haksızlıklara karşı kafa tutan bir maraba olarak, kimi zaman da kabadayı olduğuna inan ve inanılırsa bazı şeylerin yapılabileceğini gösteren Hüsnü olarak görürüz.
Sizi bilmem ama ben, sonunu bilmeme rağmen Kemal Sunal filmlerini her defasında tekrar tekrar izleyenlerdenim.
Geçenlerde Yedi Bela Hüsnü’ye denk geldim yine, kanalı değiştirmeye elim gitmedi. Başladım sonunu bilmiyormuş gibi izlemeye.
Yedi Bela Hüsnü bu defa bana inanırsan her şeyin olabileceğini izletiyordu.
Daha önce saf sevgi uğruna nelerin yapılabileceğini izletmişti.
Ondan önce de hiçbir vasfı yokken yüzüne bile bakılmayan bir adamın, kabadayı olduktan sonra aşık olunabilen bir adam haline gelişini izletmişti.
Başka bir gün kendini uyanık zanneden Cemal’in yalanlarını izletmişti.
Ondan önce de usulsüz bir biçimde mahallelinin tapularını eline geçiren Malik’in adalete teslim edilişini izletmişti.
Bir başka zaman da yoksul bir gecekondu mahallesinde yaşayan insanların, bel bağladığı umudu izletmişti...
Yani her seferinde bizden birini, halkı izletmişti.
Galiba Özgüven(2001)’in de belirttiği gibi;
“Yeşilçam’a bakarken ‘bir filmin içine gömülebilme halini’ benimsemeliyiz, gerçekten bu filmlerin bizim neremize tekabül ettiğini anlamak istiyorsak filmin içine gömülebilme halini yapımcının duruşu ile eleştirmenin duruşu dışında ‘saf’ bir seyirci duruşunu, seyirci konumunu özümsememiz, içselleştirmemiz bu filmler hakkında, bu filmler ve kendimiz hakkında bize çok daha doğru sonuçlar verecek...” (Özgüven, 2001: 77).
O gömülme halini benimsemeye başladıktan sonra bir de bakıyorsunuz ki; sevdiği kızın kalbini kazanmak için kabadayı olmaya çalışan, hatta günün sonunda kendini kabadayı zanneden saf bir adamın hikayesini izlediğinizi düşünürken, aslında alt metinde izlediğiniz kendiniz ya da çevrenizden biri oluyor.
Kaynakça
Özgüven, F. (2001). “Ağızda Kalan Tad: Türk Sineması’’, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler 1, Haz. Deniz Derman, Der. Melis Behlil, İstanbul, Bağlam yayınları, s. 67- 78.