“Dalında kuruyan bazı meyveler, çürümeden toprağa düşebilirse eğer tohum olur. Bazı düşüşler köklenip göğe uzanmak için birer fırsattır çünkü” diye yazdım not defterime, dalında çürümüş meyveyi görünce.

...

Muhtemelen dağ elması dediklerindendi. Yaprakları tamamen dökülmüş, çırılçıplak bir ağacın tepesinde üç beş tanelerdi. Boyumun uzanabildiği yerde olanları olmaları gereken yere bıraktım, toprağa. Olabiliyorlarsa tohum, olamıyorlarsa toprağa besin olsunlar diye.

Malum evrende hiçbir şey kaybolmaz.

Bazen bir nefese karışır.

Bazen de bir toprağa...

Yürüyüş boyunca çürümek ile kurumak arasındaki farka takıldı aklım.

Eve gelince aldım elime kağıdı ve kalemi, bir zamanlar beni besleyen, şu anda ise hayatımda işlevi olmayan ama yer kaplamaya devam ne varsa yazmaya başladım. Beni beslemediği halde tutunduğum dal var mı hayatımda diye yokladım.

Neyseki çok fazla bir şeyle karşılaşmadım.

Galiba zaman, insana sadeleşmeyi öğretiyor. Gereksiz korkuları, sizi aşağıya çeken insanları hayatınızdan çıkarmayı (o da olmuyorsa mesafelenmeyi) öğreniyorsunuz. Anlamsız tutunuşlardansa yere düşmeyi yeğliyorsunuz. Hele bir de o düşüşten sonra tohum olmanın tadına vardıysanız, düşmekten korkmuyorsunuz. Düşerken farketmiyor insan, ama zamanla anlıyor bazı düşüşlerin ne büyük bir özgürlük olduğunu…

***

Her birimizin tutunduğu dalları var bu hayatta, tıpkı o dağ elması gibi. Kimimiz tutunduğu daldan beslenirken, kimimiz kuruduğu halde tutunmaya ediyor. Çünkü düşmekten korkuyor. Halbuki belli bir zaman zarfı için faydalı olan bu tutunma hali, belli zamandan sonra bizi bir kısır döngünün içine hapsediyor, hatta bazen içten içe “çürümemize” neden olabiliyor.

Düşünün bakalım sizi beslemediği halde tutmaya devam ettiğiniz dallarınız hangileri?

Hangi dalı bırakma zamanınız geldi?

***

Ahmet Arif şöyle der;

“Seni güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sensin.

Bunu da öğren.

Ve hiç bir kahraman, hiç bir hergele sana azap veremez.

Azabı sen kendin icat ediyorsun.”

Azabı kendinize icat etmeyin. tutunduğunuz dalda kurumaya başladıysanız eğer silkenin ve “yere düşün”.

Gerekirse tekrar düşün ve tekrar kalkın.

Zaten düşe kalka öğrenmemiş miydik yürümeyi de.