Dün akşam, sosyal medyada gezinirken, denk geldiğim bir paylaşımın altına yazılan bazı yorumlara istinaden bugünkü yazıyı yazmak istedim.

Kalbi güzel bir anne, Ceyda Düvenci, kızı Melisa ilk kez regl olduğu için güzel dileklerde bulunuyor, paylaşımında.

Paylaşımın altındaki yorumlar; anne ile kızını tebrik edenler, anneyi ayıplayanlar ve bu paylaşımı yaparken kızından izin aldı mı almadı mı? diye sorgulayanlar olarak üçe ayrılıyor. (En azından benim dikkatimi çeken yorumlar bu üç biçimdeydi.)

Anneyi ayıplayanlara “acaba oğlu sünnet olduğu için böyle bir paylaşımda bulunan anneyi de ayıplar mıydınız?” sorusunu sorarak devam etmek istiyorum.

***

Cevabı “hayır” olanlara ise bir iki kelamım olacak...

İçinde bulunduğumuz toplumda gelenek ve görenek adı altında yapılan bazı ritüeller, erkeğin ve kadının yaşamındaki döngü değişikliklerinin yalnızca biyolojik olmadığını gözler önüne sermektedir, görmesini bilene. Bu noktada sünnet düğünleri ve ilk aybaşı kanamaları bu duruma verilebilecek örneklerden yalnızca bir tanesidir.

Bireyler farkında olarak veya olmayarak yapılan sünnet düğünleri ile penise ve erkekliğe verdikleri öneme vurgu yapmaktadırlar. Zira çocuğun sünnet ile birlikte erkekliğe adım attığı düşüncesi, geçmişten günümüze kadar süregelen bir algıdır. Dolayısıyla sünnet düğünleri penis yüceltme töreni olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan düğünle, çocuğa değerli olduğu mesajı verilmez, çocuğa penisi sayesinde değerli olduğu mesajı verilir aslında.

***

Hiç unutmam, birgün bir arkadaşımla sünnet ve sünnet düğünü üzerine sohbet ediyorduk. Sohbetin ana başlıkları şöyleydi; Sünnetin dinde yeri nedir? Tıbbi olarak sünnetin faydası ve zararı nelerdir? Ebeveynlerin çocuklarının izni olmadan onların vücut bütünlüğü ile ilgili karar almaları ne kadar doğru? Ebeveynlerin içinde bulundukları toplumu göz ardı ederek sünnet kararını çocuğuna bırakması mı, yoksa toplumsal normlara uyarak sünnet ettirmesi mi, çocuk açısından daha yararlı olur? Ataerkil yapıdan beslenen sünnet düğünleri aynı zamanda ataerkil yapıyı nasıl da besleyerek tekrar tekrar üretiyor değil mi?...

Şeklinde uzayan sorularla sünnete dair konuşurken, arkadaşım,  “Eğer birgün bir oğlum olursa onun vücut bütünlüğüne karar vermemin doğru olduğunu düşünmüyorum. Büyüyünce kendi karar versin, o karar verecek yaşa gelene kadar sünnet ettirmem. Ama sünnet ettirmesem de sünnet düğününü yaparım” dedi.

“Nasıl yani?” dedim. Daha beş dakika önce çocuğunun vücut bütünlüğü için onu sünnet ettirmek istemediğini söyleyen, bu durumu vahim bir olay olarak değerlendiren arkadaşım, düğün yapmaktan bahsediyordu. O an için kendi kendime şu soruyu sordum; “İçinde bulunduğumuz toplum bağlamında bak Asiye, çocuğunu sünnet ettirip düğün yapmayanın mı yoksa sünnet ettirmediği halde düğün yapanın mı durumu daha vahimdi?”

Hiç düşünmeden ikincisi dedim ben şahsım adına. (İlki üzerine düşündüklerimi, belki başka bir zaman, uzun uzun paylaşma vaktim olur sizlerle.) O an bir kez daha şahit olmuştum ki sünnet düğünü yalnızca sünnet olan çocuk için değil, bazı  babalar ve anneler için de önemliydi. Hatta belki de en çok da anne ve baba için önemliydi. Çünkü bu tarz bir eylem çocuğun gelişimine değil, içinde bulunulan kültürün gelişimine ve ebeveynlerin erkek evlatları ile toplumda görülmesine hizmet etmekteydi.

Bu durum açıkça gösteriyordu ki birey içinde bulunduğu toplumun kurallarına uyarak aslında görünür olmak istiyordu. Ve bu kurallara uyduğu kadar görünür oluyor ya da öyle olduğunu düşünüyordu. Bu kurallar, kimi zaman bir ömrün sonuna dek bireyin içinde bulunduğu süreç olarak, kimi zaman da gelenek ve görenek adı altında ‘masumlaştırılan’ ritüeller olarak karşımıza çıkıyordu.

Öte yandan ise toplumsal cinsiyet temelli, algı farklılığına dayanan eşitsizliğin olduğu bir toplumda; kız çocuklarının ilk aybaşı kanamaları söz konusu olduğu zaman;  genel eğilim bunun çok fazla dile getirilmemesi, hatta saklanması yönündeydi... Erkeklerin  ritüelleri düğünlerle yapılırken kadınlarınki ise hane içinde sessizce yapılıyordu -genelde-. Bu noktada gelenek ve göreneklerimizin aslında neyden beslendiğini ve neyi beslediğini her fırsatta kendimize sormayı, alışkanlık haline getirmemiz gerektiğini düşünüyorum...

“Erkekliği kutsama ritüellerinden olan sünnet düğüne, sen de kadının ilk aybaşı kanamasından daha çok yer vermişsin bu yazıda” demeyin bana. Zira derdim regl gibi, yaşamın döngülerinden biri olan, bir hali abartmak değil. Fakat değersizleştirmek hiç değil. “Tam aksine bunun doğallığını ve bunu dile getirmenin ayıplanacak bir durum olmadığını, abartılan bir başka ritüeli deyim yerindeyse “göze sokarak” ifade etmeye çalışmaktır”, diyor ve yaşamının bu döngüsünün Melisa’ya güzellikler getirmesini temenni ederek yazımı bitirmek  istiyorum.