Bulutları sessizce çizerek uçan bir uçak gördüm, turuncuya dönen rengiyle batan güneşin önünden geçen.
Gördüklerimin bende uyandırdığı birkaç anıyı not almak için telefonumu çıkardım ve yukarı baktım tekrar.
Uçak halen görüş alanımdaydı.
Şöyle baksan sanki bir karış yol gitmişti.
Acaba o bir karış gibi görünen yol kaç kilometreydi?
İki dakika önce tepemde olan, iki dakika sonra da solumda olan uçak.
Hem tepemdeyken hem de solumdayken tam olarak nerenin üzerindeydi ?
Peki ya hemen az önce, rengi turuncuya çalan o güneş, ne çabuk mavilere karışmıştı?
Zaman, mekan ve hız ne tuhaf mefhumlardı…
Bedenim balkondaydı ama zihnim başka başka yerlere gitmişti.
İnsan nereye aitti?
Bedenen kapladığı yere mi yoksa zihnen olduğu yere mi?
Uyuşan ayaklarım “buradasın, balkondasın” dedi.
Zihnim “aldanma ayaklarına aynı zamanda oradasın da” dedi.
Bedenimin ve zihnimin cevapları aynı değildi.
Başkalarının cevaplarını merak ettim sonra.
Ve sordum, “İnsan nereye aittir?”
Gelen cevapların bazıları şunlardı;
“İnsan yollara aittir. Yolda olmak güzeldir. Birçok insanın hayatına dokunabilirsin” (Erdem)
“İnsan ait olamadı hiç bir yere. Yukarıdan bakınca karınca misali” (Şubat)
“Olduğu yere” (Tuğba)
“İnsan kimseye ya da herhangi bir yere, bir şeye aidiyet hissedemez gibi sanki” (Mehmet)
“Kesinlikle zihnen olduğu yer” (Sevinç)
“Hiç bir şeye ait değil. Evrenin bir parçası sadece, herhangi bir aidiyet içermeksizin” (Aysel)
“Ait olduğu yeri bilmiyorum. Ama olduğu yere ait olmadığını söyleyebilirim” (Hasret)
“Ruhunun olduğu yer. Ama beden buna izin vermez her zaman” (Nuran)
“Bütünsel olarak zamana aittir. Olmayan geçmiş, fark edilemeyen şimdi, bilinmeyen geleceğe değil” (Sinan)
…
Cevabın tek olmamasıydı bazı soruları anlamlı kılan.
İnsan nereye aitti bilmiyorum.
Ama gelen yanıtlardan da anlaşılacağı üzere, tek bir yere hatta bazen hiç bir yere ait değildi galiba.