Saat sabahın altı buçuğuydu. Uzunca bir yoldan dönüyordum. Hemen yol kenarında inebilmek için şoföre rica ettim.
“Normalde erkek olsan indirmem ama sen kadınsın seni indireyim” dedi bana.
Teşekkür edip indim.
Sırtımda sırt çantam ile en yakın durağa kadar giderken bu iki cümleye takılıp kalmıştı aklım.
“...ama sen kadınsın seni indireyim”
“Teşekkür ederim”
Bu iki cümlenin alt metninde yer alanlar vuruyordu yüzüme, esen hafif rüzgarla birlikte.
Sabahın altı buçuğu ortalıkta kimsecikler yok. Hava loş karanlık ve hafif rüzgarlı. Bir ben varım, bir de bulduğu kemikle oyun oynayan bir sokak köpeği.
Oturdum duraktaki banka, köpeği izlemeye başladım, hatta özendim de biraz ona. Sonra hemen sırt çantamdaki küçük defterimi çıkarıp bu özenme halimi not ettim. Malum insan unutandır ve ben bazı anları unutmak istemeyenim.
“Saat altı buçuk. Bir sokak köpeği yolda bulduğu kemiği havaya atıp oyun oynuyor. Evet saat altı buçuk ve bir köpek oyun oynuyor bu saatte. Çünkü saatin kaç olduğuna ve nerede bulunduğuna takılı kalan tek canlı yalnızca insan olsa gerek. Belki de bu yüzden ona eşlik etmek yerine yalnızca onu izliyorum. Onu gördükçe diyorum ki; ‘keşke içimde bu saatte oyun oynayabilen bir sokak köpeği olsaydı.’ Ama yoktu. Ve ben öylece oturup oyun oynayan bir köpeği özenerek izleyendim.”
Öte yandan aklı şoförün söyledikleri ile kendi teşekkürüne takılı kalandım.
Köpek gitti sonra hoplaya zıplaya, benim gözüm ise saatte. “Dolmuş gelse de binsem, köpek de gitti zaten kaldım tek başıma.” diye geçiriyorum içimden. Şoförün de alt metinde söylediği gibi tek başına, bu saatte, burada olmak bir kadın tehlikeli olabilir çünkü.
Gerçi saat ve mekan farklı olsa da yalnızca tek başına olmak tehlikeli olabileceği gibi, yanında “seni seviyorum” dediğin kişi bile bir tehlike oluyor mu çoğu zaman. Zira katilini tanıyan kadınların ülkesinde değil miyiz sonuçta!..
Saat yedi, gün henüz yeni yeni ağarıyor, sefere çıkan ilk dolmuşa bindim. Bir tek ben vardım dolmuşta. Yolda arka arkaya sıralanmış arabalar gördük.
Günlerden salı, buranın pazarının kurulduğu gündür salı. “Acaba” dedik “pazar yeri buraya mı taşındı ki?”
Sonradan fark ettik, sıraya giren arabalar, zeytini olup da yağ sıktırmak için sıraya giren insanlarmış meğerse.
“Yazık” dedi şoför “sabahın köründe ne çok insan sıraya girmiş.”
Halbuki kendisi de sabahın ilk ışıklarında sefere çıkanlardandı.
Ardından benimle konuşmaya başladı. Sanki sadece anlatmak istiyor gibiydi. Sanki sadece onu dinleyecek birine ihtiyacı var gibiydi.
“Simite zam gelmiş” dedi. “İki simit aldım, bir de su, sekiz lira ödedim. Aradım hanımı, bundan sonra zeytin, domates falan koy benim yanıma, alırım iki liraya bir ekmek doyururum karnımı dedim” dedi.
Hoş(!), ertesi gün ekmeğe de zam geldi.
...