Duygu ve davranışlarımızı başarılı bir biçimde yönetebildiğimiz, sağlıklı bir iletişimin hakim olduğu bir yaşam için, gerekli olan anahtarların -belki de- en önemlisi  duygusal zekadır (EQ). 

Zeka (IQ) ile duygusal zeka (EQ) farklı şeylerdir. Zira zeka; kişinin öğrenme yeteneği ile alakalı iken,  duygusal zeka; duygusal farkındalık düzeyimiz, duygularla başa çıkabilme kabiliyetimizle alakalıdır.

Bu noktada  Salovey ve Gardner, duygusal zeka söz konusu olduğunda, öncelikli olarak 5 yetenekten bahsederler.

1- Özbilinç-Kendini tanıma: Bireyin kendi duygularını tanıyarak, bu duyguların, düşünce ve davranışlarını nasıl etkilediğinin farkında olma halidir.

2- Duyguları idare edebilmek: Bireyin değişen koşullara adapte olabilmesi, dürtü ve davranışlarını kontrol altında tutabilmesidir. Yani duygularını uygun bir biçimde kontrol edebilmesidir. Özbilinç temeli üzerine gelişir.

3- Başkalarının duygularını anlamak: Bireyin  diğer insanların duygularını, anlayabilmesi yani empati yeteneğidir.

4- İlişki yönetimi: Bireyin hem kendi duygularını hem de diğerlerinin duygularını fark ederek iyi ilişkiler geliştirme ve sürdürme  becerisidir.

5- Kendini harekete geçirmek: Duyguları bir amaç doğrultusunda toparlayabilme becerisidir.

Duygusal zekayı kullanabilmek ise farkındalıkla mümkündür. Gelişiminde ise öncelikli olarak duyguları fark etmek ve ifade etmek önemlidir.

Duygusal zekası gelişmiş, duygusal dayanıklılığı yüksek olan kişilerin duyguları, kendilerine karşı değil kendileri için çalışır.

Peki nedir bu duygusal dayanıklılık?

Zorluklar karşısında toparlanabilme becerisidir. Kişinin normal diye nitelendirmiş olduğu duruma geri sıçrayabilme halidir ya da sıkıntılı durumda kalmış olmanın deneyimiyle hayatına devam  edebilmesidir. Yani bazılarımızın düşündüğünün aksine tahammülle ilgili değildir.

Duygusal dayanıklılık için ihtiyacımız olan şey ise; öncelikle içinde bulunduğumuz gerçeği olduğu gibi kabul etmek, sonrasında ise anlam çıkarabilmektir.

Bu noktada 2. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarından sağ çıkmayı başaran Viyanalı doktor ve psikoterapist Viktor E. Frankl bazı insanların en zor şartlarda bile, bir anlam arayışı içinde olduklarını deneyimlemiştir ve anlam yoluyla terapi olarak bilinen logoterapi yaklaşımını ortaya koymuştur.

Bu yaklaşım ile hayatta başımıza gelen her şeyde bir anlam bularak zorlu ve acı veren durumları, gelişmemiz ve büyümemiz için bir fırsat haline getirebiliriz.

Victor E. Frankl  şöyle der;

“Toplama kamplarında yaşayan ve duygusal dayanıklılığı yüksek esirler, ip veya tel bulduklarında cebe atmayı öğrenmişlerdi. Bunu daha sonra kullanabileceklerini, mesela ayakkabılarını bununla tamir edebileceklerini biliyorlardı. Dondurucu soğukta böyle bir tamirat, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi belirleme gücüne sahipti”

Bu yaklaşım, yaşamın her koşulunda, en zor zamanlarda, hatta geri dönüşü olmadığı düşünülen bazı sorunlar karşısında dahi, insanların bunun altından kalkabilme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bu potansiyel ki; en zorlu anda dahi, her gece, ertesi güne uyanabilmenin umuduyla uyuma gücünü size illaki verecektir..

Ve gerçekten Darwin’in de düşündüğü gibi duygularımızın nihai hedefi, hayatta kalma konusunda bize bir avantaj sağlamak ve birlikte yaşama olanaklarını kolaylaştırmaksa eğer; o halde duygularımızı bastırmadan kabul etmeliyiz.

Kabule giden yol ise fark etmekten geçer.

Fark et, kabul et ve  ifade et.