Depremlerin nedeninin bilimsel olarak açıklanamadığı dönemlerde, deprem; mistik olaylarla, metafizik süreçlerle açıklanmaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren ise gelişen modern bilim ile birlikte; oluşma nedenleri incelenebilen, hatta kısmen öngörülebilen ve öncesinde karşı önlemler alınabilecek bir olay olarak kabul edilmeye başlanmıştır. (Önlemlerin ne kadar alındığı ise muamma) Lakin bilimsel gelişmelerle birlikte depremlerin nasıl oluştuğu çağımızda açıklanıyor olsa da depremler bazı kesimler için hala mistik süreçlerin bir ürünü olarak yorumlanabilmektedir. Bunun en bariz örneğini ise, bazı kimselerin deprem sonrasında paylaşmış oldukları sosyal medyadaki söylemlerinde -şaşırarak- görebiliriz.

Hazır yeri gelmişken sosyolojiye önemli katkıları olan Auguste Comte’un kulaklarını çınlatmamak olmaz.  İnsanlık tarihini evrimci bir perspektiften açıklamaya çalışan Comte’a göre insanlık, düşünce anlamında üç aşamadan geçmektedir.

İlki teolojik aşama; yani insan zihninin bütün fenomenleri doğaüstü güçlerle analiz etmeye çalıştığı aşama.

İkincisi metafizik aşama; yani her şeyin doğaüstü soyut kavramlar ile açıklanmaya çalışıldığı aşama.

Üçüncüsü ise pozitif aşama; yani her şeyin bilimsel olgu ve olaylarla açıklandığı son aşama.

Ancak deprem gibi doğal afetler olduğu zaman ise teolojik düşünce ile bilime dayalı düşünce biçimin aynı anda ortaya çıkıyor olduğuna şahit oluyoruz -çoğu zaman-. Zira yakın zamanda meydana gelen İzmir ve pek çok ilde yaşanan depremi bilimsel nedenlerine bakmasızın Allah’ın bir ikazı olarak kabul eden bireyler ile (Comte’un bahsettiği teolojik aşamadaki düşünce tarzı), depremi nedenleriyle birlikte inceleyerek, tetikleyen unsurları araştıran ve gerekli tüm önlemleri almaya çalışan bireylerin  aynı zaman diliminde bir arada bulunduğunu görmekteyiz.

***

Depremi mistik durumlarla açıklayarak deprem sonrasında sonrasında ahlakla ilgili ahkam kesenleri bir kenara bırakırsak; deprem jeolojik kaynaklı bir felakettir ve 2. deprem kuşağında yer almakta olan Türkiye  toprakları, aktif deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır.  Çoğunlukla fiziki bir olgu olarak değerlendirilmekte olan depremler sonuçları itibariyle sosyolojik bir olgudur da aslında. Çünkü mekan, yalnızca fiziksel bir olgu değildir, mekana anlam kazandıran insan ilişkileridir. İnsanlık tarihini doğa ile mücadelenin bir tarihi olarak ele alırsak; insanlar tarih boyunca daha iyi şartlarda yaşayabilmek adına içinde bulundukları mekanı düzenleme uğraşı içinde olmuşlardır. Dolayısıyla depremi yalnızca fiziksel anlamdaki mekan bağlamında değil aynı zamanda toplumsal ilişkiler bağlamında da ele almak gerekmektedir. Zira depremlerin fiziksel mekan dolayımıyla bırakmış oldukları hasarlar; bireylerin sevdiklerini kaybetmesi, engelli kalması, altyapının yok olması, belirsizlik toplumsal ve psikolojik yabancılaşma gibi ağır sonuçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla hem toplumsal hem de bireysel anlamda  büyük bir tahribata neden  olmaktadır. Bu bakımdan doğal afetler toplumdaki mevcut düzeni sarstığı için sosyolojik olarak önem kazanmaktadır. 

(Ancak depremin sosyolojisinin yalnızca bunlarla sınırlı olmadığını da belirtmek gerek.)

Tekrarının bir daha yaşanmaması umuduyla.

Geçmiş olsun dileklerimle.