Takvimler yılın son günlerini işaret ederken kendimce yılın muhasebesini yapmak gibi bir alışkanlığım var. 2020 için “Ne yıldı ama!” diye düşünürken oldukça gerilere gittim.
İtiraf edeyim söylenmesi zor yaşlardayım. Söylenmesi zor çünkü kendimizce yaptığımız hesapların, planların biraz gerisinde hissediyoruz belki de. Olmak istediğimiz yer, olduğumuz yer, bu ikisi arasındaki fark, geç kalınmışlık hissi bizi telaşlandırıyor ve rakamlar üzerimize gelen korkutucu nesneler gibi görünüyor. Zamana dört elle sarılmaya başlıyoruz. Yetişmeye çalışıyoruz kafamızdaki o yerlere. Sanki orada olsak dünyanın en mutlu insanı biz olacağız, hayatı en anlamlı yaşayan biz olacağız. Ama değil.. Emin değilim ama öyle olmadığını hissettiriyor zaman bana.
İnsanoğlu boynunda taşıdığı bir madalyon gibi. Bir yönüyle o kadar benzemeziz, o kadar ayrıyız ki herkesten, biricikliğimiz kimseyle yarışamaz. Ama diğer taraftan da o kadar aynıyız ki bu kadar benzerlik çok tuhaf. Kendimize yaratmaya çalıştığımız dünya yan komşunun, sınıf arkadaşının, kuzeninin, teyzenin, halanın, bir memurun ya da hikâyesini okuduğumuz herhangi bir insanın yaşadığı hayatların zorlasan yedi farkı bulamayacağın bir benzeri. Eee nerde kaldı biricikliğimiz? “Hani marjinal bizdik?”
Belki de korkumuz, bu kadar farklı olmaktır. Herkesin tutturduğu dikişi senin nereye tutturman gerektiğini bilememen, herkesin gittiği yollarda senin izleri bulanık görmen, o yollarda duyduğun seslere kulak verip anlam aramaya çalışman… Bulduğun şeyleri anlamaya çalışırken de geçen zamanı fark edince akşam ezanını duyup eve dönüş için çok geç kaldığını hisseden bir çocuk telaşıyla koşarak diğerleri gibi olmaya çalışıyoruz. Çünkü zannediyoruz ki onlar gibi olmazsak başarısızız, yenik sayılacağız.
Peki ya gerçekten öyle mi? Mutluluk bu iki yakanın hangi tarafında? Soru doğrudan bu değildir ama buna benzer sorulara verilmiş cevaplardan, işaretlerden, okuduğum kitaplardan ya da bazı hayat hikâyelerinden anladığım şu ki fotokopi hayatlar yaşamaktansa anlamlı bir aykırılık iyidir. Aykırı olmak, sıradan olmak meselesi de değil aslında, yaşadığımız hayatı kendimizce anlamlı kılmak önemli. İçine doğduğumuz şartların, yakaladığımız fırsatların, zorladığımız imkânların ya da her şeye boş vermişliğimizin elverdiği kadar anlam katmak… Yoksa hepimiz silinip gideceğiz bu dünyadan, kimseye olmasa da kendimize bir armağanımız olsun yaşadığımız hayat.
Yaptığım muhasebe kendime kalsın ama bu macera yani bu satırlarda sizlerle buluşmak da benim için hayatıma anlam arayışımın küçük bir işareti. Beklentiniz büyük olmasın zira bir aceminin kalemiyle buluşacaksınız. Herkese merhaba!