Mutluluk… Felsefenin, sanatın kısacası insanın en temel meselelerinden biri. Olması istenen, ne yaparsak yapalım sonunda varmak istediğimiz nokta. Hep peşinde koştuğumuz, yakalayıp yakalayamadığımızdan asla emin olamadığımız büyülü bir his.

Nedir peki mutluluk? Beklentilerin karşılanması mı? Para mı, sağlık mı, aşk mı? Belki de hepsi ya da hiçbiri. Sorun da bu aslında, ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Mutluluk bin bir çeşit ve bir reçetesi yok. “Hiçbir kitap mutlu olmayı öğretmez. Ah, mutluluk bir bilgi olsaydı! O zaman sorun kalmazdı.” diyen yazar ne kadar haklı. Keşke tek bir kitaptan mutluluğa ulaşabilseydik. Ya da “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye soran Nazım’a

“…

Bağrımıza bassaydık seni Nazım

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tuval yeterdi

Ne boya”

dizeleriyle değil de bir tabloyla cevap vermiş olsaydıAbidin Dino biz de ne aradığımızı bilseydik. Çünkü bu çağın insanı bu konuda yolunu kaybetmiş durumda. Mutluluk bir baskı aracına, pazarlama sloganına veya alınır satılır bir eşyaya dönüştü. O kadar çok  “Mutlu ol! Mutlu ol!” diye baskı var ki üzerimizde nereye baksak karşımıza çıkıyor. Bu, upuzun bir otobanın her yerine tabela yerleştirmeye benziyor biraz da. Her biri bir yöne işaret ediyor, bizi davet ediyor ama dikkatimizi dağıtıp asıl gitmemiz gereken yolu unutturuyor. Ve böylece kayboluyoruz. Zaten kısa olan mutluluğun ömrü daha da kısalmış oluyor.

Oysa bunu bir zorunluluk, yerine getirilmesi gereken bir ödev gibi düşünüp kendimizi daha büyük sıkıntılara sokmaktansa yaşadığımız ana odaklanmak bize daha iyi gelecektir. Klasik bir benzetmedir; mutluluk varılacak bir yer değil üzerinde yürüdüğümüz yoldur, denir. Elbet bu yolda karşımıza sevinçler, üzüntüler, kederler, heyecanlar çıkacak. Biz hepsini iyice hissedeceğiz ki bizi mutluluğa, huzura ulaştıracak bilgeliği de edinmiş olacağız. Yani düşe kalka yürüyeceğiz biz de herkes gibi.

Buradan size reçete çıkarttığımı düşünmeyin. Herkesin mutluluğu kendine. Ben bir bardak çayla, müzikle, yağmur sesiyle, sayfaları akıp giden bir kitapla, her hafta heyecanla beklediğim diziyle, dostumla koyu bir sohbetle, öğrencilerimle gülerek, bir çocuğa sıkıca sarılarak, her sabah karşılaştığım köpeğe her seferinde farklı bir isimle seslenerek, annem güldüğünde veya daha başka sebeplerle mutlu olabiliyorum. Daha fazlası olamaz mı, olabilir elbet. Mesela bir arabam olsaydı, oturduğum eve kira ödemek zorunda kalmasam, az çalışsam çok kazansam daha da mutlu olurdum belki. Ama olmama ihtimalim de var. Var mı gerçekten? Bilemeyiz.

Gördüğünüz gibi bu biraz da hayatı nasıl algıladığımızla ilgili. Mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz kaderimizin olduğu kadar karakterimizin de eseridir. O yüzden nefes almadan koşup bir şeylerin peşinde kaybolmak yerine aç bir Sezen Aksu şarkısı ve dinle: “Gelsin, hayat bildiği gibi gelsin. İşimiz bu yaşamak!”