İlaç, canlıyı yaşatmak için kullanılan maddelerin genel adı olmasına rağmen, tam aksine canlıları çeşitli sebeplerle öldürmek için üretilmiş zehirli maddeler için de kasıtlı ve bilinçli olarak ilaç isimlendirmesi yapılmaktadır.

Zirai ilaç, böcek ilacı, haşerat ilacı, bit ilacı, pire ilacı, tarım ilacı, fare ilacı, karınca ilacı vb.isimlendirmeleri hep işitir dururuz.

Oysa ki TDK.na göre;

İlaç;”Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için türlü yollarla kullanılan madde, em, deva.”

Zehir ise ;”Organizmaya girdiğinde kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyı öldürebilen madde, ağı.” olarak tanımlanmaktadır. Buna rağmen zehir üreticileri ve tüccarları, antipatik olmasın diye ısrarla zehir değil ilaç ismini kullanıyorlar.

Kâinatta milyonlarca yıldır milyonlarca canlı türüyle birlikte yaşıyoruz. Her bir yaratılmış canlının çevre dengesi içerisinde bir işlevi olduğunda şüphe yoktur. Hemen bütün canlılar biz insanlara yardımcı olmakta, hayatımızı kolaylaştırmakta, bize muhtelif katkılar sunmaktadır. Buna rağmen masum hayvanlar en çok zulüm ve eziyeti de maalesef biz insanlardan görmektedirler. Bilinç ve ahlaki gelişimini tamamlayamayan İnsanoğlunun hayvanları öldürmek için hep bahaneleri! olmuştur ki günümüzde kapitalist bir mantıkla, daha çok üretmek ve daha çok kazanma hırsı için öldürmek bunun başında gelir. Sebze ve meyve ağaçlarına zehir atılarak oralardan rızkını temin etmeye çalışan canlıları öldürmenin makul sebebi olabilir mi? Sadece biraz daha fazla ürün elde etmek için sebzeleri, meyve ağaçlarını zehirleyerek on binlerce canlının hayatına son verme hakkını biz nereden alıyoruz? Böyle bir hak var mı? on binlerce canlıyı öldürme pahasına elde ettiğimiz ürünler bize hayır getirir mi? O kadar masum canlıyı katletmenin bir bedeli olmaz mı? Ne dinimizde ne de kültürümüzde bu katliama cevaz bulamayız. Atalarımız dağdaki yaban hayvanları açlıktan ölmesin diye vakıflar kurmuş, o canlıları beslemişlerdi.

Hz.Peygamber ;

Yavruları alındığı için ıstırap içinde kanat çırpan bir kuşu görünce, bunu yapanları uyarmış ve yavruların geri verilmesini emretmiştir.
- Canlı hayvanın bağlanıp hedef haline getirilmesini ve ona atış yapılmasını yasaklamış, hbazı böyle yapanları lânetlemiştir.

- Hayvanlar arasında güreş ve dövüş tertiplenmesini yasaklamıştır.”

Kanuni Sultan Süleyman, sanatkâr ruhlu bir hükümdar olmasının yanı sıra, mâhir bir kuyumcu, Muhibbi mahlasıyla şiirler yazan usta bir şairdi aynı zamanda. Vakit buldukça Topkapı Sarayının bahçesindeki ağaçları sular, bakım ve budamalarını yapardı. Bir gün bahçedeki bir meyve ağacını karıncaların sardığına şahit olunca, Şeyhülislam Ebussuud Efendinin odasına gider. O sırada odasında olmayan şeyhülislama ince bir üslupla yazdığı sualini Ebussuud Efendi odasına döndüğünde görür ve tebessümle okuduktan sonra Kanunî’nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazar. Kanunî hocasına şöyle sormuştu:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca / Günah var mı karıncayı kırınca?

Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu:

Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca.

İstisnalar dışında tabiattaki hiçbir canlı öldürülmez, öldürülmemelidir. Bu dünya, biz insanların tapulu malı değil, bütün canlılarla birlikte ortak kullanım alanımızdır. Bir canlının sudan bahanelerle katledilmesini ne dinen, ne ahlaken, ne de vicdanen meşrulaştırmamız mümkün değildir. Hukuk sistemimizde bu konudaki müeyyideler yeterli olmayabilir. Ama unutulmamalıdır ki en büyük berat kişinin vicdanından alınan berattır. Yeni nesli, çocuklarımızı tüm canlılara saygılı olma konusunda eğitmek, bilinçlendirmek, ebeveynler ve eğitimciler başta olmak üzere tüm yetişkinlerin ortak görevidir.