Bu sözler aslında bana değil, 1706-1790 yılları arasında yaşamış bir dahi olan Benjamin Franklin’e ait. Amerika’yı kuran 7 kişinden biri olarak bilinen, yayımcı, yazar, mucit, filozof, bilim insanı, siyasetçi ve diplomat olan, elektriğin ve paratoner gibi birçok cihazın muciti olarak bilinen Benjamin Franklin tıp alanında da çalışmalar yapmıştır.
Bu sözler aslında bana değil, 1706-1790 yılları arasında yaşamış bir dahi olan Benjamin Franklin’e ait. Amerika’yı kuran 7 kişinden biri olarak bilinen, yayımcı, yazar, mucit, filozof, bilim insanı, siyasetçi ve diplomat olan, elektriğin ve paratoner gibi birçok cihazın muciti olarak bilinen Benjamin Franklin tıp alanında da çalışmalar yapmıştır. Tüm bu çalışmaları neticesinde iki önemli sözü bize hatıra olarak kaldı; ‘’He's the best physician that knows the worthlessness of the most medicine’’ en iyi hekim çoğu ilacın değersiz olduğunu bilendir ve ‘’The best doctor gives the least medicines’’en iyi doktor en az ilacı verendir. Peki günümüzde bu görüş geçerliliğini sürdürüyor mu? İlk insanlar, yaşar, çocuk sahibi olur ve hemen ardından hastalık, savaş, kavga ve avlanma nedeniyle ölürdü. 1900’ lü yıllarda ortalama yaşam süresi 32, 1950’lerde 48 iken, 2018 ‘de 72 idi. İnsanın yaşam süresindeki bu uzamada ilaçların katkısı yadsınamaz. Ancak, insan ömrünün uzamasıyla ilgili de tartışmalar mevcuttur; bazı uzmanlar insan ömrünün aslında çok da fazla değişmediğini, sadece bebek ölümlerinin çok büyük oranda engellenmiş olması sebebi ile çok daha fazla insanın daha uzun yaşlara kadar yaşayabileceğini savunur iken, bazı bilim insanları da gerçek beklenen ömür süresinin arttığını ileri sürmektedir. Her halükarda özellikle son 50 yıl içinde yaşanan gelişmeler ve kullanıma giren ilaçlar, kanser, kalp ve akciğer hastalıkları, enfeksiyonlar başta olmak üzere tıbbın birçok alanında hayat kurtarmaktadır. Bir şeker hastasının, tüm diyet ve hareketli yaşam kurallarını yerine getirmesine rağmen kan şekeri düşmüyorsa ilaç kullanması elzemdir. Ya da antibiyotiklerin ve aşıların keşfinden önce kolera, veba, tifo, kuduz gibi hastalıkların toplumları yok ettiği unutulmamalıdır. Diğer taraftan yaşam süresi uzadıkça ve toplumlar yaşlandıkça kronik hastalıklar artmakta, bu da polifarmasi yani çoklu ilaç kullanımını beraberinde getirmektedir. Etrafınıza baktığınızda 65 yaş üzerindeki insanların en az 4-5 ilaç kullanmakta olduğunu göreceksiniz. Her bir ilacın yan etkileri olabileceğini biliyoruz. Peki, 8-10 adet ilaç kullanan insanlar bu yan etkilerden kurtulabiliyor mu? Ya da bu ilaçların gerçekten hepsi elzem mi? Aslına bakılırsa özellikle yaşlı nüfusta uygunsuz ilaç kullanımı toplumsal bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Dünyada yapılan çalışmalarda uygunsuz ilaç kullanımı %12 ile %65 arasında değişen oranlarda olduğu tesbit edilmiştir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da özellikle 65 yaş üstü bireylerde uygunsuz ilaç kullanım oranları %65’lere çıkmaktadır. Bu demek oluyor ki yarın herhangi bir polikliniğe muayeneye gittiğimizde aspirin, antibiyotikler ya da ne işe yaradıkları tam olarak bilinmeyen ginkgo biloba, omega, magnezyum, selenyum, vitamin takviyeleri gibi birçok ilaç içeren bir reçete ile çıkacağız anlamına geliyor. Uygunsuz ilaç kullanımı halk sağlığı otoritelerinin ele alması gereken ve giderek büyüyen bir karabasan haline gelmektedir. Bu konuya çözüm de yine Benjamin Fraklin’den geliyor; en kârlı yatırım, bilgiye yapılan yatırımdır. Donanımlı eğitmenler tarafından yetiştirilecek araştırmacı öğrenciler ve yeterli kaynaklar ile doğru ve sağlıklı yaşam olanakları sağlanabilir. Hekimlerin daha uygun koşullarda ve her hastaya yeterli zaman ayırabildiği bir düzende, çoklu ve uyguzsuz ilaç kullanımının önüne geçilebilir. Yeterli yatırım yapılırsa, bilgi ve bilim tüm karanlıkları olduğu gibi bu sorunu da çözecektir.