Öldürülen üniversite öğrencisi Güleda Cankel'in ailesi Anayasa Mahkemesine başvurdu Öldürülen üniversite öğrencisi Güleda Cankel'in ailesi Anayasa Mahkemesine başvurdu

Zaman en kıymetli şey insan için ama zaman içinde bir zaman var ki hepimizin göz bebeği: Çocukluk. İnsanoğlunun en saf hali.. Hep özlediği, kaçmak istediği yer. İyi ya da kötü kendimize dair ilk anılarımızı arşivlediğimiz, kendimizi en yapmacıksız halimizle bildiğimiz anlar ki ne zaman söz ondan açılacak olsa bir gülümseme yerleşir yüzümüze.

Karşınıza geçip "Biz şimdiki çocuklar gibi değildik, büyüklerin yanında değil konuşmak başımızı bile kaldırmazdık."  diyerek çocukluğun o bütün keyifçiliğini başkalarının yaşadığını iddia edenler olacaktır, inanmayın. En çok da onların orijinal, birbirinden keyifli hikâyeleri vardır anlatacak. Oyun alanları henüz bugünkü kadar sınırlandırılmadığı için daha keşifçi, daha cesur olan bu çocukların parlaklığı meçhul bir fikirle başlayıp vukuatın büyüklüğüne göre anne terliğiyle veya baba tokadıyla biten maceralarının olma ihtimali yüksektir. Hele ki anlatılma şansı bulunmuşsa değmeyin keyfine.

Peki, neden bu kadar kıymetli? Neden bu kadar keyifle hatırlıyoruz? Hepimiz çok mu  güzel çocukluk yaşadık? Prensesler gibi miydik baba evimizde? Ehh işte, buna herkesin kendince bir cevabı vardır. Ancak güldüğümüz kadar ağladığımız da aşikârdır ama gülmek kadar doğal bir tepkidir o ağlama; duyguların saklanmadan, birikmeden, o an hissedildiği gibi dışavurumu… Bu yüzden o gözyaşları bile gülerek hatırlanır şimdilerde.

Belki bu hafızamızın bize oynadığı bir oyun ancak yine de çok kıymetli. Orası bizim kalemiz, sığınağımız. Boş, soğuk bir sığınak da değil üstelik. Dizleri yaralı bir çocuk özenle saklıyor orada kendini ve kıymet verdiklerini. En sevdiği oyuncağı var mesela kırık dökük yanlarını onarıyor. Giyilmekten renkleri solmuş tişörtler, tozlu yollarda oynanan topların eskitmekte hakkını verdiği ayakkabılar var. "Gülen annesi, sinirli babası" düşmancasına kavga ettiği ama salçalı ekmeğini paylaştığı kardeşi, mutlaka tombik ama sevimli bir arkadaşı var. Güneşli bir günde bacasından duman çıkartmayı ihmal etmediği bir ev resmi, Cin Ali serileri, eski defterleri, karneler, yediği sopalar, yemediği ıspanaklar var. Ve daha neler neler…

Çocukluk böyle kocaman bir dünya işte. Hem de bu âlemden olmayan, fizik ötesi bir dünya sanki. Ne kadarı gerçek ne kadarı o çocuğun hayalindeki dünya bilinmez  ama en çok kendimiz olmayı unuttuğumuz anlarda o dünyayı hatırlamakta fayda var. Hayal kurmamışsak mesela ne zamandır, heyecanlanmamışsak, karın yağmasını beklemiyorsak pencerede, doğum günü pastaları lezzetli gelmiyorsa eskisi kadar, başımızı okşamamışsa uzun zamandır annemiz buraya bir dönün derim. Çünkü yaşamaya fazlasıyla alışmış bir insana dönmüşüz ve yokuş aşağı bırakmışız, kendiliğinden geçiyordur zaman. Böylesine kıymetli bir şey kendi haline bırakılır mı hiç? Bak bir çocuğa oyun oynamadan geçirdiği bir gün var mı? En sevdiği çikolatayı yemek, çizgi filmi izlemek için ne kadar ısrarcı. Tut elinden çıkar parka nasıl da mutlu oluyor. Bir seyirci değil hayatta mutlu bir kâşif. Keşfettikleriyle sihirli bir dünya yaratmakla meşgul.

“İnsanın anavatanı çocukluğudur.” sözü tam da burada yerini buluyor aslında. Bir kökten gelip yine içinde kök saldığımız topraklara benziyor çocukluğumuz. Bugün nasıl bir insan olacağımız o topraklara ekilen tohumlara bağlı. O topraklara yapılan irili ufaklı her saldırı, saçılan olumsuz her duygu yetişkinlikte gün yüzüne çıkıyor. Kendimizde beğenmediğimiz, eksik gördüğümüz şeyler, bir türlü barışamadığımız özelliklerimiz bir şekilde çocuklukta aldığımız hasarlara bağlanıyor. O hasarlar başka hasarlara yol açıyor. O yüzden buradan en az hasarla çıkmak çok önemli. Kendi çocukluğumuza dönme, ona müdahale etme şansımız yok ama bugünün çocuklarından hepimiz sorumluyuz. Çok büyük şeyler yapmamıza gerek yok aslında onlara sunacağımız sonsuz sevgiyle, bedenine, ruhuna duyacağımız saygıyla, hatalarına göstereceğimiz hoşgörüyle ve yolculuklarına eşlik etme, rehber olma sabrıyla bu sorumluluğu paylaşabiliriz.

Sonuçta bu dünya onların olacak: “çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler” (Nazım Hikmet)