Bir Hint masalına göre;
"Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu defa onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür. Ve der ki;
'Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.'"
Bazen böyledir, siz ne kadar yardım etmek isteseniz de faydasızdır.
Çünkü kişinin dışsal desteğe karşı içsel isteği olmalıdır.
Eğer yoksa, kişi rahatsız olduğu şeyleri dile getiren ama rahatsız olduğu şeylerden kurtulmak için bir türlü harekete geçemeyen birine dönüşmeye başlar zamanla.
Örneğin; bazı insanların korkularıyla var oldukları hiç dikkatinizi çekti mi?
Korkar.
Çünkü bazıları korkularından beslenir ve korkularını sahiplenir.
İnsan evladı sahiplenmeyi sever çünkü.
Sevdiği ne varsa sahiplenmeye meyillidir.
Hatta çoğu zaman sevmediğini bile.
Hâlbuki sahip olmanın zihindeki anlamını değiştirmek lazım.
Sahip olmayı sıkı sıkı tutunmak olarak değil de yanında durmak olarak okumalı belki de. Ya da sırtını dayamak olarak değil de omuz omuza vermek şeklinde algılamalı.
Demem o ki sahipliği kendine yük olarak değil de yükü hafifletmek olarak görmeye çalışmalı.
Zira gün gelir sıkı sıkıya tutunduğunuz her ne varsa kendinize yük olmaya başlar.
Sonra bir bakmışsınız hikayedeki o fare gibi her şey değişmiş ama tutunduğunuz ve beslendiğiniz şeyler değişmemiş olarak bulursunuz kendinizi.