Bir bayramı daha geride bıraktık.
Kimsenin kimseyle bayramlaşamadığı bir bayram geçirdik.
Ömrümüze daha kaç bayram sığdırabileceğimiz belli değil.
İnsanlar ölmemek için direnir ama doğayı öldürmek için elinden geleni ardına koymaz.
Hadi orman yangınları.
Hadi sel felaketleri.
Doğayla bilinçsiz bir biçimde oynadığımız için, doğa insandan intikam alıyor.
Temmuz ayında yaşanan şiddetli yağışlar, yurdun bir çok yöresinde su taşkınlarına neden oldu.
Bir çok ülkenin nüfusundan daha fazlasını barındıran İstanbul bile yağıştan dolayısıyla sellerden nasibini aldı.
Bayramda bile gelen şehit haberleri yüreğimizi burktu.
Şehit haberlerinden bıktık.
Yahu biz savaşta mıyız?
Savaştaysak, neyin savaşını veriyoruz?
Suriye’den şehit haberleri gelirken, Suriyeli sığınmacıların çoğu ülkemde keyf ediyor.
Konya’da bir doktor görevi başında öldürülüyor, ayni kentte bir imam, Cuma hutbesinde, “vurmayacak mısın? Öldürmeyecek misin?” diye höykürüyor.
Çok ilginç ve acıdır ki cemaatten tık çıkmıyor.
İmamın açığa alındığı açıklanıyor ancak yakında müftü olarak atanırsa şaşmamak gerek.
İktidar partisinden eski bir bakan, Hac’dan telefon geldiğini söyleyerek bir zırt atıyor, herkes alkışlıyor.
Hem de doğru olmadığını bildikleri halde.
Herkes biliyor ki ülkede bir sıkıntı var ama “sabır” isteniyor.
Oysa sabır taşı çatlamak üzere.
“Şükret” diyorlar, bazılarının şükürden haberi yok.
Almanya’da, İngiltere’de, hatta Amerika’da raflar boş diyorlar, bizim raflardaki rakamları görenler bile böyle konuşanlara acıyor.
Günü tarihi allak bullak olan seçimine, can suyu gibi bakılıyor.
Enflasyonu, ekonomik durumu hiç sormayın.
Önümüzdeki aralık ayından sonra enflasyon düşecek, ekonomi düzelecek diyorlar.
Gel de sen bunu emekliye, küçük esnafa, asgari ücretliye anlatabilirsen anlat.
Çözüm mü?
Erken seçimde olsa kim gelirse gelsin işi pek kolay olmayacak ama günümüzde yaşanan sıkıntılardan daha zor olamaz.
Sandığın, geç kalmadan gelmesi ve hiçbir engel olmadan halkın iradesini yansıtması.
Yoksa “bade harab – ül Basra…”