Üç Kadın

Üç kadından bahsetmek istiyorum sizlere. Birisi kocası tarafından cinsel şiddete maruz kalan, diğer ikisi ise bu duruma şaşırmayan üç kadından…

Üçü de çok tanıdık geldi değil mi?

Birgün Bodrum’da anket yapıyorken bir dükkana girdim, dükkanda bulunan üç kadından biri anket yapmayı kabul etti. Suç mağduru olma korkusu ile ilgili olan anketin sorularından biri  “cinsel taciz ya da tecavüze uğradınız mı ?” idi. 

Kadın “hayır” dedi. Neden bilmiyorum, ankette yer almamasına karşın gayri ihtiyari bir şekilde “peki ya kocanız tarafından” diye bir soru çıktı ağzımdan. Kısa bir sessizlikten sonra kadın “evet uğradım hem de çok” dedi.

İkinci kadın ise “elimden gelse ben tecavüz edeceğim benimkine” dedi.

Üçüncü  kadın da bir kahkaha patlattı. O kahkaha ilk kadının kocası tarafından uğradığı tecavüzü bir anda normalleştirerek ikinci kadının erkeğe tecavüz etmesinin absürt olduğuna çekti dikkatleri. 

(Anketi yarıda bırakarak sonlandırdım. Ardından konuşmaya başladık...)

***

Daha önce kimseye söyleyememiş kocasının ona tecavüz ettiğini. Çünkü içinde bulunduğu toplum tarafından; erkeğin eşinin bedenini istediği zaman, istediği şekilde bir meta gibi kullanabileceği, 'kadın kısmının' ise kocasından cinsellik anlamında bir şey talep etmemesi gerektiği, ayıp olduğu öğretilmiş ona.

“Bu işte bir terslik var” diyordu ikinci kadın. “Valla ben bizimkinden daha çok istiyorum, kim demiş erkek daha çok ister diye” diyordu. Ama bir erkeğin eşiyle zorla cinsel birliktelik yaşamasına şaşırmıyordu. 

Üçüncü kadın ise ikinci kadına şaşırıyor “tövbe tövbe” diyerek arka fonu boş bırakmıyordu ve o da bir erkeğin eşiyle zorla cinsel birliktelik yaşamasına şaşırmıyordu.

... 

Velhasıl epeyce konuştuk, ataerkil düzen ve kadın bedeni üzerine. Son olarak, evliliği kadın bedenine sahip olmak olarak algılayan eril zihniyetin bitmesini temenni ederek sonlandırdık konuşmayı. 

Ve tek cümleyle ayrıldım dükkandan “özel olan politiktir”.

Peki neydi bu özel olanın politik olması?

Duygu Asena,  kadınların eşleri ile aralarında geçen hikayeleri ele aldığı “Kahramanlar Hep Erkek” isimli kitabında şöyle bir hikayeden bahseder;

“Candan evinde hapsolduğunu hissetmektedir. Her gün aynı monotonluktan her gün aynı televizyon programları, aynı saatte çocukları okuldan alıp dershaneye bırakmak, dershaneden eve getirmek onu çok bunaltmıştı. Elif’le yakın arkadaşlıkları vardı ve Elif de Candan’ın hayatına benzer bir hayat yaşadığından Candan’ı anlıyordu. Elif ve Candan birlikte monotonluktan sıyrılmak için gece eğlenceye gitme kararı alırlar. Elif’in kocası bir üniversitede öğretim görevlisidir ve ayda bir de olsa mutlaka iş arkadaşlarıyla dışarıya çıkmaya özen gösterir ve bunun için ‘Ayda bir çıkıyorum bunda ne gibi bir problem olabilir ki’ gibi bir düşünceye sahiptir. Elif’in kocası eve gelir ve günün ne kadar yorgun geçtiğini, yiyecek bir şey olup olmadığını sorar. Candan ise Elif’le olan eğlence fikrini kocası ile paylaşır. Aslında onun sadece istediği paylaşmaktır ama aldığı tepki karşısında heyecanı anlamsızlaşır. ‘Olacak şey değil bu, sen bir kadınsın, üstelik bir annesin gece geç saate çocuğu bırakıp nasıl gitmeyi düşünürsün, herkes ne der, gece çok geç olur nasıl geri döneceksiniz?’ gibi sorularla karşılaşır. Belki de Candan’ı en çok şaşırtan kocası ne zaman dışarı çıkacağını söylese Candan bu soruları kendi kendine sırtlayıp ve ona sadece iyi eğlenceler demektedir”.

Özetle özel olanın politik olması işte tam da buydu. Ataerkil zihniyet tarafından biçilen rollerin, adına özel alan denilen hane içini şekillendiriyor oluşuydu. Kocasının birbiri ardına sıraladığı soruları Candan'ın kendi kendine sırtlanmasıydı...