MUĞLALI MAHALLİ SANATÇI İBRAHİM ETHEM YAĞCI-(-VIII-)

Halk gelenekleri toplumların gelenek, görenek ve örflerini yansıtan unsurlardır. Bunlar üç beş yılda üretilmiş unsurlar değil, çok uzun bir geçmişin mirasıdırlar. İçlerinde günümüzde işlerliğini kaybetmiş, anlayışlar uygulamalar olsa da bazıları hala önemlidir.

Türküler gelenek ve göreneklerimizin eseridirler. Bunların başlangıçta her ne kadar yakanları olsa da bunlar türküleri belirli bir anlayışa göre oluştururlar, içinde o yörenin anlayışından izler mevcuttur. Örneğin. Ülkemizde düğün veya Ramazan türküleri her yörede benzerlik gösterse de yine de yöreden yöreye faklı varyantlarına, değişik usullerine de rastlanmaktadır. Bu da yörelerimiz için farklı zenginlerinin oluşmasına katkı yapan gelişmelerdir.

Türküleri yakanlar, aşıklar, yani halk ozanları gibi mahlas kullanmadıkları için zamanla türkü yapan veya yakan isimler unutulup bu türküler anonimleşir. Ancak bu türküleri derleyip, yazıya geçiren, notasını yapan kaynak kişi ve derlemeciler genellikle bellidir. Bu kişiler bu türküleri kaynak kişilerden derlerlerken derledikleri türkülerin birçoğunun çok eski zamanlara ait olduğunu görür ve anlarlar. Ancak asıl türküyü yakan kişinin tespiti bu noktada zorlaştığı için, bunlara anonim parçalar denir. Bu yüzden türkü denildi mi akla hemen anonim parçalar gelir. Ülkemizin türkülerinin büyük çoğunluğu bu yüzden anonimdir. Anonim demek artık halkın ortam malı olmuş ezgiler demektir. Bunların içinde sadece sevgiliye karşı duygular, gurbete gider insanın özlemleri vb yoktur, aynı zamanda yörenin folklorik hayatından, anlayışından çizgiler, izler vardır. Bazı türküler anlatımında türkünün oluşmasına neden olan olayı, bu olaya karışmış insanları görürüz. Türkü oluşumu öyküleşirse, zamanı dahi tespit edilmiş olur.

Bu türküler halkın yıllarca dinleyip beğendiği bu yüzden benimseyip sakladığı edebi ürünlerdir. Halkın bu saklamacı, taşıyıcı özelliğidir ki bu türküler derlemecilerin dönemine ulaşmıştır. Şunu da ekleyelim ki türkülerin bazıları yakıldığı dönem üzerinden zaman geçtikçe ezgisinde olmasa da sözlerinde bazı değişikliklere uğramıştır. Muğla türkülerini incelediğimizde bir türkünün farklı ilçe ve köylere taşınıp, bazı sözlerinin değiştirildiğini görmekteyiz. Bunları derlemecilerin yaptığı derlemelerde, tespit etmek ancak mümkün olmaktadır.

Halkın sahiplendiği bu halk türküler, aynı zamanda halkın sevdiği türkülerdir. Bu türküler halktan alınıp, derlemeciler aracılığıyla ilgili yerlere ulaştırıldıklarında bütün yurdun dinlediği bir genişliği elde ederler.

İbrahim Bey, gönül iklimine hitap eden türkülerin Muğla yöresine ait olanlarının derlemesi için fedakarca çalışmıştır. Eski türkülerin ezgilerini, yeni türkülerin sesinde devam etsin istemiştir. Söylediği türkülerin çoğunun hece ölçüleri ve uyakları birbirini tutmaz; ölçü, şekil, dil geleneksel olsa da şiirleri tam ölçülü değildir. Bu yöre türkülerini yakanların böyle bir yol izlemiş olmalarının eseridir. Sözler böyle de olsa söyleyişin lezzeti memleket havasına uygundur. Bu türkülerde Yörük yaşamı, toprağa diz vuran zeybeklerin hareketleri yanında farklı olaylara dayalı yaratılmış türküler mevcuttur. İbrahim Bey hangi şekil ve tema taşırsa taşısın çaldığı türküye hakkını verdiği gibi, halkın asırlardır kullandığı dili de söylenen şekliyle seslendirir. O türkülerinden Faruk Nafiz Çamlıbel’in dizelerinde belirttiği gibi

“Hangi sözlerle ninem gönlünü açtıysa bana

Be o sözlerle gönül vermekteyim sevgilime

Sözlere ninniler kadar duygulu olmak yaraşır

Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime

Diyen anlayışıyla dile getirir.

Muğla yöresinde çok uzun sürmüş bir Yörük yaşantısı vardır. Tabii ki bunun kültürel yaratıları olacaktır, ayrıca göçerliğin, deveciliğin, tütüncülüğün, ipek böceği yetiştiriciliğinin, bu kültürel oluşuma katkıları vardır. Bunlar yöre insanının toprağa bağlılığının, yaşama biçiminin anlatımları verirler. Edebiyat adamlarımızdan Ahmet Hamdi Tanpınar” Biz bu türkülerin milletiyiz.” Sözünü boşuna söylememiştir. Bu söze ekleyip diyelim ki: Türküler aynı zamanda halkın düş gücünü, büyülü kullanabileceklere, yeni hayat ve yeni yaşama biçimleri gösterirken, bir millet oluşumunun nasıl olduğunun da kapıları açan özelliklere sahiptirler. Onun için türküleri yakanlar ve derleyenler veya türkü besteleyenler görül kapıları temiz, ülke sevdalısı kişilerdir. Bunların içinde insanımızın her türlü neşesi, sevinci acısı ve hüznünü yakalamak mümkündür. Türkülerde söylenenler, yaşantılarla örtüşürler. Yani yaşantılarının ürünü olan gerçek duygulardır. Türküleri oluşturan halk ozanları veya halkın içindeki türkü yakıcıları bunları oluşturma zekasına sahip kişilerdir. Bir türkünün sözlerini yazmak, onu bir ezgiyle, üstelikte bir musiki aletiyle çalmak çok büyük yetenek isteyen bir olaydır. Unutmayalım ki bu insanlar konservatuarda müzik eğitimi almış kişiler değillerdir. Çoğu sazı kendi kendine öğrenmiş, türküleri kendisinden öncekilere bakarak yakmış kişilerdir. Bunları derleyenler notaya alıp kazandırsalar da asıl kaynak halkın yaratıcılığındadır. Bunlar aynı zamanda musikinin temelini oluşturan sözün de kullananlarıdır. Gümüşhaneli Halk Ozanı Aşık Nuri bu özelliklerini,

“ Hak’tan alır desturunu

Halktan yapar mastırını.”Diyerek özetlemiştir.