MUĞLALI MAHALLİ SANATÇI İBRAHİM ETHEM YAĞCI-(-II-)

İbrahim Bey yöresini çok seven, anılarına ve geçmişine çok bağlı, dost canlısı en önemlisi, yazar ve musiki adamlarına karşı büyük bir saygısı olan biridir. Yine Onun hafızasında Muğla coğrafyasının çok önemli bir yeri vardır. Bu yöre insanını doğasıyla birlikte sevdiği kadar, kültürüne de aşıktır. Yöre kültürüne ait hiçbir şeyin yitip gitmesine taraftar değildir.

Şunu unutmayalım ki, yerel sanatçı olmak kıt imkanlarla çalışmayı gerektirir. Altlarında TRT’nin aracı yoktur ve ellerinde ses alma cihazları da o kadar yeterli değildir. Her şeyi kendi imkanlarıyla yapmak zorundadırlar. İbrahim Bey gerek yalnız başına, gerekse ekip arkadaşlarıyla birlikte bu derleme çalışmalarını kendi imkanlarıyla yürütmüştür. Bu çalışma esnasında dükkanına gelen TRT sanatçılarına derlemelerinden verdiği gibi, bizzat kendisi Ankara’ya gidip, TRT ve Kültür Bakanlığı” Halk Kültürü Arşivi’ne yeni türküler kazandırmayı başarmıştır.

Bu derleme aşamasında üzerinde titizlikle durduğu nokta, yöre türkülerinin özüne uygun şekilde çalınıp, okunmaları ve kayda geçirilmeleri olmuştur. Bu noktada şunun altını çizelim. Her sanatçı gayret ederse, kendi yöresinin dışındaki türküleri de okuyabilir. Ancak o ilgili türkünün en güzel tınısını ise, yörenin kültürüyle yorulmuş mahalli sanatçısı söyler. Örneğin: Bir Azeri türküyü, bir Antalyalı sanatçı ne kadar Azeri ağzına hakim bir Azeri türkücü kadar okuyabilir? Bir Karadeniz türküsünü en güzel yine Karadenizli sanatçı okur ve sözler ona yakışır. Denizli Türküsünü Özay Gönlüm gibi ancak o yörenin ağız özelliklerine hakim sanatçısı sağlıklı duyulabilir. Bu bakımdan yerel sanatçıların okuduklarıtürkülerin söyleyiş biçimi, bilhassa sözcüklerin söylenişi bu konuda önem arzeden noktalardır.

Ülkemizin her ilinde veya ilçesinde öne çıkan mahalli sanatçıları vardır. Burdur yöresinde Sümer Ezgü, Denizli’de Özay Gönlüm, Kırşehir’de Neşat Ertaş, Kırıkkale’da Hacı Taşan ne ise Muğla yöresinde de İbrahim Ethem Yağcı odur. O Muğla müziğinin ileri bir mahalli sanatçısıdır. Her yörenin kültürünün ekseriyetini, o yöreden çıkmış yerel sanatçılar oluşturmuştur. Bu insanlar o yörede yaşamış önceki sanatçılardan kalanları bildikleri gibi, dönemindeki yaşantılarında tanıklarıdırlar. Düğünlerinde saz çalmış, ölenin arkasından yakılan ağıtları dinlemişlerdir. Bunlar efelerine, zeybeklerine, gelinine kızına, taşına toprağına türküler yakmış, yakılan türküleri özenli dağarcıklarına alıp korumuşlardır. Bugün TRT’de veya başka televizyonlarda çalınıp söylenen türküleri ele alalım. Bunların çoğu Cumhuriyetin ilk kuşak musiki adamları tarafından derlenmişlerdir. Bunların içinde Yusuf Ziya Demircioğlu, Rauf Yekta. Mahmut Ragıp Kocamihal…bunları izleyenler Muzaffer Sarısözen- Nida Tüfekçi- Halil Bedii Yönetken vb. Bu derlemeciler Anadolu’yu karış karış gezmiş, halk içinde söylenen piyasaya çıkmamış sayısız türkü derlemişlerdir. Şayet bunlar bu türküleri derlenmeseydi, günümüzde TRT böyle zengin bir türkü arşivine sahip olabilir miydi? Ayrıca bu derlemecilere bu türküleri verenler, bilinmeli ki yöredeki mahalli türkü yakıcıları, yerel çalgıcılar ve yöre sanatçılarıdır. Görüyoruz ki yerel veya ulusal alanda çalışma yapmış derlemeciler çok önemli insanlardır.

Her yörenin kendine özgü bir musiki sesi vardır. Bunlar dinlendiği zaman hangi yöreye ait oldukları anlaşılır. Örneğin: Doğu Anadolu yöresi, Rumeli, Ege ve Karadeniz Türküleri gibi… Bunların ağız özellikleri ve ezgileri farklılık gösterir. Bu türküleri derleyenler, o türkülerin söyleniş biçimine bağlı kalmışlardır. Çünkü bunlarda yöre insanın tavrı, dil özelliği, ezgi biçimi mevcuttur. Yöre sanatçılarının bu özelliklere çok dikkat ettiklerini bilmekteyiz. Bu derlemeleri yapanlar da bu hassasiyetlere dikkat etmişlerdir. İbrahim Ethem Yağcı, kendi yöresinin mahalli sanatçısı olduğu için yöresinden derlediği türküleri, söylendiği şekliyle ufak bir değişikliğe tabi tutmadan yapmaya çalışmıştır. Unutmayalım ki bir türkünün sözlerini yazmak, derleme sayılmaz, bu türkünün ezgisiyle birlikte alınması, notaya alınıp çalınması lazımdır. Bu da müzik aletini çalmak ve nota bilgisine sahip olmakla mümkündür.

Muğla türküleri üzerine çalışma yürüttüğümüzde, bu ilin türkülerinin kaynağı Menteşeoğulları’na kadar indiğini görmekteyiz. Örneğin: Yörenin sevilen türküsü Ferayi’nin öyküsüne baktığımızda, Ferayi’nin, 1400’lü yılların ilk çeyreğinde hüküm sürmüş Menteşeoğlu İlyas Bey’le aşk ilişkisi olduğu anlatılır. Yine önemli Osmanlı tarihçilerinden Aşık Paşa, bu türkü için “tevatür” der. Buna şunu ekleyip diyelim ki ateş olmayan yerden duman tütmez. Demek ki bu türkü o dönemde duyulmuş, böyle bir türkü Aşık Paşa’nın da kulağına gitmiş ki, bu sözü söylemek gereğini duymuştur. Bu bilgi ayrıca bize, Ferayi türküsünün çok eski bir türkü olduğunu da bildirmektedir.

Yöre türkülerinin asıl kaynaklarına inmek günümüzde artık çok zorlaşmıştır. Ayrıca bu türkülerin derlenmesi de öyle kolay değildir. Bu işi yapmak uzmanlık ister. İbrahim Bey bu hususta özelliğini göstermiş, bilhassa kırsal kesimden yaptığı derlemelerle yakın dönem türkülerin kaynaklarını tespit edebilmiştir.