Köy Enstitülerinin, eğitime olan katkıları çoğu kişi tarafından çok iyi bilinmekte ve her yıl kuruluş yıl dönümlerinde yurdumuzun değişik yerlerinde yapılan etkinlilerle de vurgulanmaktadır. Bence, Köy Enstitüleri’nin eğitime olan katkısı kadar yaygın olmasa bile onun kadar önemli bir diğer katkısı da sağlık alanına olan katkısıdır. Bu yazıda, Köy Enstitüleri’nin sağlık alanına olan katkılarını kısmen de olsa değinmek istiyorum. Temel kural, her olayın olduğu yer, zaman ve sosyal çevreye göre değerlendirilmesi gerekir. O nedenle Köy Enstitüleri’nin sağlık alanındaki önemini anlamak için öncelikle Köy Enstitüleri’nin kurulduğundaki Türkiye’nin sağlık alanındaki koşullarını kısaca gözden geçirmek gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında ülkenin tamamında 86 adet yataklı tedavi kurumu, 554 hekim, 69 eczacı, 4 hemşire, 560 sağlık memuru ve 136 ebe mevcuttu. Diş hekimi hiç yoktu. Trahom, sıtma, verem, tifüs, frengi, bit çok yaygındı ve ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturuyordu. Bebek ölümleri %60’lar civarındaydı, yani doğan bebeklerin yarıdan fazlası ölüyordu. Tüm bu sağlık sorunlarıyla mücadele edilmesi gerekiyordu ancak nüfusun yaklaşık %80’i doğru dürüst yolu bile olmayan köy ya da mezralarda yaşıyordu. Eğitim ve sağlığı buralara ulaştırabilmek gerekiyordu. O dönemde İlköğretim Genel Müdürü olan ve Köy Enstitüleri’nin mimarlarından İsmail Hakkı Tonguç, “Köyleri hastalıklardan kurtaramadığımız sürece, canlı ve mutlu bir topluma kavuşamayız. Millet çoğunluğunun sağlığı ile ilgili bu işi tıpkı ilköğretim davası gibi kökten çözümlemek yoluna düşmek gerekir’ diyordu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 15 yıl süreyle görev yapan ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam bu sorunlarla baş edebilmek için; ‘Hekim, sağlık memuru ve ebe sayısını hızla artırma’ ve ‘Sağlık ve sosyal yardım örgütünü köye kadar götürme’yi hedefleri arasına koydu. Tüm çabalara karşın 1937’de hekim sayısı 1391’e, sağlık memuru sayısı 1497’ye, hemşire sayısı da 356’ya çıkarılabilmiştir.
Ülkemizin o koşullardaki eğitim ve sağlık sorunlarıyla klasik yöntemlerle başa çıkabilmenin mümkün olmadığı görüldüğünden bu sorunun daha hızlı çözümü ve modernleşmenin köylere kadar ulaşmasını sağlamak amacıyla Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı yasa ile 5 yıllık eğitimi kapsayacak şekilde kurulmuştur. Nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşadığı bu dönemde Köy Enstitüleri sadece kurulduğu kırsal bölgelerde insanlara okuma yazma öğretme misyonu benimsememiş; sağlık da dâhil olmak üzere halkın ihtiyacı olan tüm konularda toplumsal gelişmelere katkı sunmayı amaçlamıştır. Ancak, Enstitülerde sağlık eğitimi çok kapsamlı bir şekilde verilmiş olmasına karşın köy öğretmenlerinin atandıkları bölgelerde sağlık hizmeti sunumu konusunda yeterli olamayacağı görüşü hakim olunca 1943 yılında Köy Enstitülerinde sağlık memuru kolu açılmıştır. Aslında ebelik kolu da açılması planlamış ancak, Enstitülerdeki kız öğrenci sayısının yetersiz olması nedeniyle ebelik kolu açılamamıştır. Hedef, 10-15 yıl içinde 8-10 köyden oluşan bir köy grubunda bir sağlık memuru olacak şekilde sağlık memuru yetiştirmekti. Buralardan mezun olan sağlık memurlarının 20 yıllık zorunlu hizmet yükümlülükleri vardı. Sağlık memurları atandıkları merkezi bir köyde yaşıyordu, ancak her ay kendilerinin sorumlu olduğu köylere ziyaret edip, her köyde en az 4 saat kalacak şekilde çalışıyorlardı. Bu köylerde bulaşıcı hastalıklarla savaş, çevre sağlığı hizmetleri, bebeklere aşı uygulaması ve ilk yardım hizmetlerini esas alan bir anlayışıyla hizmet veriyordu. Sağlık memurluğu kolunun kurulduğu 1943 yılından kapatıldığı 1951 yılına kadar 1599 köy sağlık memuru mezun oldu. Bu dönemde frengi, lepra gibi halk sağlığı sorunu oluşturan bazı hastalıkların sıklığı ciddi oranda azalmış, veba ve çiçek hastalığı ise tamamen yok edilmiştir.
Köy Enstitüleri’nin kuruluş döneminin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un isimleri neredeyse bu kurumlarla bütünleşmiştir. Onlarla ne kadar gurur duysak azdır, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Köy Enstitüleri kuruluşlarından nitelik değiştirdiği 1953 yılına kadar, 1.398’i kız, 15.943’ü erkek olmak üzere toplam 17.341 öğretmen yetiştirmiştir. Bu yetişen öğretmenlerin ve sağlık personelinin eğitim ve sağlık sistemine katkısı çok büyük olmuştur. Bu etkinin yansımalarını günümüzde de hissetmek mümkündür. Tarihçi Arnold Toynbee: “Köy ile şehir arasına uçurum açmışsınız. Birkaç Köy Enstitüsü’nü ziyaret ettikten sonra anladım ki, bu uçurum Köy Enstitüleri ile düzeltilebilir. Enstitüler, köylü ile şehirli, halk ile aydın arasındaki uçurumu doldurmak için bulunmuş pek maharetli bir çaredir.” diyerek Köy Enstitüleri’nin önemini vurgulamıştır.
Ancak, 1946 yılından itibaren bazı kesimler Köy Enstitüleri’ni kendi varlıkları için tehlikeli olarak görmeye başladılar. Doğuda 200 köyü olan bir ağa: ‘Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer!’ demiştir. Köy Enstitüleri’ni kendi çıkarlarına aykırı olduğunu görenlerin siyaset sahnesindeki ağırlıklarının artması sonucu, önce enstitüler yozlaştırıldı ve daha sonra da 1954 yılında İlk Öğretmen Okulları’na dönüştürülerek tamamen kapatılmalarına neden oldular.
Köy Enstitüleri kuruluş amaçlarını gerçekleştirene kadar devam edebilseydi muhtemelen eğitim ve sağlık açısından şu andakinden daha farklı bir Türkiye’de olacaktık. Ama, kısa dönemde de olsa ülkemize kattıkları için başta kurulduğu dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere projede emeği geçen herkesi sevgi minnetle anmalıyız.
İnstegram: prof.dr.hayrettinsahin