KELİNDE SAHİBİ VAR

Ah canım Anadolu öyle hikâyeler ile doludur ki yazmaya, sayfalar yetmez. Çoğu hikâyeler geçmişte yaşanarak günümüze gelebilmektedir. Kimi orijinal haliyle, kimi değişikliğe uğramış halde.

Takdiri adalete inanırım, her daim bu uğurda mücadele ederim. Herkesin adaleti şaşar lakin ALLAHIN adaleti şaşmaz. Kendimi bildiğim bileli, hep buna inandım. Birçok konuda uğradım haksızlıkları, adaletsizlikleri ALLAHA havale ettim. Şüphesiz ki bu dünyada görülmeyen Hesap, mutlaka ahiret zamanında görülecektir.

Güçlü olan mı haklıdır? Haklı olan mı güçlüdür?

Mantıklı düşündüğümüz vakitte bu sorunun cevabı haklı olanın güçlü olduğudur. Lakin maalesef öyle değil çağımızda güçlü olan daima haklı konumundadır. Güç çeşitlidir, kimi para, pul kimi makam mevkii ile gücü elde edindiğini sanıyor, ama her şeyin sahibinin ALLAH olduğunu unutuyor. Paranda pulunda biter, makamın mevkiinde bir gün elinden gider, sonsuz olan ALLAHTIR bilesin.

Kimileri de bilgi güçtür mantığıyla hareket etmektedir. Bilgi güçtür fikrini herkes kendince yanlış yönde yorumladı. Kimileri okumak sandı, gece gündüz akademik kariyer için uğraş verdi. Amaç ilim irfan sahibi olmak değildi. Haliyle sırf statü kazanmak için okunan üniversiteler sonucunda, milyon işsizler ordusu ortaya çıktı. Okumuş cahiller ortaya çıktı. Kimileriyse bilgiyi silah sandı. Daha çok bilgiye ulaşmak adına ahlaki değerleri yıkıp geçtiler. Dedikoduların, fişlemelerin yalanların önünü açtılar. Toplumda kargaşa ortamı hazırladılar, bu bilgi silahıyla çok canlar yaktılar...

Güç çağının insanları olarak eline gücü geçirenin her şeye hakkı olduğunun yanılgısında yaşamaktayız. Bu yanılgı insanı felakete sürüklemektedir. Daha çok güce kavuşmak için kazılan kuyulara dönüp dolaşıp kazanlar bir gün mutlaka düşmektedir. Zira bu çağın insanları ilahi adaleti unutmaktadırlar. İlahi adalet demişken başta da söylediğim gibi Anadolu’da yaşanmış, Bir hikâye ile yazıma devam etmek istiyorum.

Vaktiyle bir derviş bir gün tıraş olmak için berbere gitmiştir. Berbere “vur usturayı berber efendi ”demiştir. Berber zaman geçirmeden dervişin saçlarını ustura ile kazımaya başlamıştır. Biraz zaman geçtiğinde saçın bir kısmı çoktan usturaya vurulmuş vaziyetteydi.

Berbere bıçkın bir kabadayı gelir, dervişin tıraş olan tarafına öyle bir okkalı tokat sallar ki herkes şaşırır bu duruma. Kabadayı “kel derviş kalkta, bir tıraşımızı olalım ”der küstah bir şekilde.

Derviş dervişliğin verdiği, terbiye ile tek kelam etmeden usulca yerinden kalkar. Berber bu durumdan mahcup olur ama elden bir şey gelmez. Karşısındaki güçlü mahallenin kabadayısı, astığı astık, kestiği kestik. Maazallah bir gece gelir, dükkânını evini yakıverirdi. Bu vaziyete üzelsede ses çıkaramazdı.

Tıraş esnasında, kabadayı durmadan dervişi aşalar, kel aşağı kel yukarı diye diye. Dervişi yerin dibine sokar. Nihayetinde tıraş biter kabadayı, kel saatler olsun diye yine dalga geçerek, dükkândan ayrılır. Kabadayı dükkândan çıkar henüz daha bir iki adım atmıştır ki, bir at arabası geminden boşalmış yokuş aşağı hızla üzerine gelmektedir. Kabadayı kaçmakla, kalmanın arasında kalmıştır. Yolun ortasında kala kalmıştır. At arabasının iki atın ortasında denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına saplanıverir. Kabadayı oracıkta feci bir şekilde can verir. Görenler büyük şoktadır.

Berber bu gördüğü olay karşısında şoka uğramıştır. Dervişe dönüp “bu biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Demiştir.

Derviş düşünceli ve mahzun bir şekilde “vallahi ben ona gram gücenmemiştim. Hatta hakkımı bile helal etmiştim. Gel görelim ki kelin de bir sahibi var. O da gücenmiş olmalı.

Bir tarafta güç sahibi olduğu için haklı olduğunu her daim sanan bir kabadayı.

Diğer tarafta, vurunca sırtına ekmeği alınabileceği, sanılan mazlum bir derviş.

Sonuçta ilahi adalet tecelli edince kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkıvermiştir bu hikâyede.

Hiçbir zaman dertlenme insanoğlu, Gün gelir devran döner. Yüce ALLAHIN adaleti illa bir gün tecelli eder.