İnsanlığa rehber olarak dünya ve ahiret hayatını kolaylaştırmak ve düzenlemek amacıyla gönderilen İslam dini, insanı bireysel açıdan donatıp şekillendirdiği gibi toplumsal hayatına da aynı şekilde yön vermektedir. İslam öncelikle insanı inanç noktasında tevhid esasına davet etmekte ve bu inançla hayatını temellendirmeyi hedeflemektedir. Sosyal hayatta ise toplum olarak birlik, beraberlik ve kardeşlik ilkelerini özümsemeyi ardından bu ilkeler doğrultusunda bir toplum oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu noktada yaratılış itibarıyla tek başına yaşayamayıp sosyal bir varlık olan insan, diğer insanlarla dayanışma, yardımlaşma ve iletişim içinde olmak zorundadır. Bunu gerçekleştirecek olan en güçlü bağ ise kardeşlik bağıdır. Dolayısıyla İslam toplumu içinde kardeşlik şuurunun oluşması hem bireysel hem de toplumsal açıdan önem kazanmaktadır.
İslam’a göre kardeşlik en genel anlamıyla bütün insanlığın Hz. Adem’den meydana gelmesiyle ortaya çıkan insani/beşeri kardeşliktir. Böylelikle bütün insanlık kardeştir. Dar çerçevede ise kardeşlik aynı anne babadan dünyaya gelmekle veya aynı anneden süt emmekle oluşan kardeşliktir. Bu anlamda kardeşlik ya kan bağıyla ya da süt bağıyla meydana gelmektedir. Ancak İslam’ın genel prensipleri değerlendirildiğinde bunların yanında bir de din kardeşliği[1] söz konusudur. Her ne kadar kan ve süt bağına dayanan kardeşlik kadar hukuki bir sonuç doğurmasa da inanç birliği diğer kardeşliklerin de esasını belirlemekte, hatta bu kardeşlik sadece bu dünyayla sınırlı kalmayıp cennette de devam etmektedir.[2] Böylece din birliğine dayanan kardeşlik, soy ve süt bağına dayanan kardeşliğe anlam kazandırmakta, hatta inanç birliğinin olmadığı yerde soya dayalı kardeşliğinde bir anlamı kalmamaktadır. Böylelikle din bağına dayanan kardeşlik ensar ve muhacir arasında yaşandığı şekliyle kan bağından daha üstün tutulmuştur.[3] Kardeşlik biçiminde olmasa da Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Nuh (A.S)’la oğlu arasındaki ilişki din birliği olmadığında kan bağının anlamsızlığını açık bir şekilde göstermektedir.[4]
İnanç bakımından insanları kardeş kabul eden İslam, onlara birbirlerine karşı insani, hukuki, ahlaki ve sosyal bir takım görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluklar da Müslümanlar arasında kardeşlik şuurunun oluşmasını, güçlenmesini ve devamını sağlamaktadır. Böylelikle kardeşlik bilincinin esasını mü’minlerin birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhamet beslemesi oluşturmaktadır. İmanla kardeşlik arasında güçlü bir bağ kuran Peygamberimiz “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayın!”[5] ifadesiyle bunun nasıl daha kolay gerçekleşeceği konusunda da tavsiyede bulunmaktadır. Bu kapsamda mü’minler birbirlerinin dostudurlar.[6] Birbirlerine hakkı, sabrı, doğruluğu tavsiye ederler; yanlıştan ve kötülükten birbirlerini alıkoyarlar.[7] Birbirlerine zulüm ve haksızlık yapmazlar, yapılmasını da istemezler. Yardımsız bırakmaz, küçük görmez. Her Müslümanın kanı, malı, namusu ve onuru diğerine haramdır.[8] Dolayısıyla din kardeşine nasıl davranması gerektiğini “insanların özel hallerini araştırmayın, konuşmalarını dinlemeye çalışmayın, birbirinizin alışverişini kızıştırmayın, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeşler olun” şeklindeki ifadesiyle Peygamberimiz özetlemektedir.[9] Nitekim bu ahlaki ilkeler çerçevesinde İslam dini kardeşlik şuurunu oluşturmaya çalışmaktadır.
İslam, toplum olarak da insanların birlik, beraberlik, barış ve huzur içinde kardeşçe yaşamalarını, birbirine karşı düşmanlık edip ayrılığa düşmemelerini emretmektedir.[10] Eğer bunu engelleyecek ihtilaf ya da dargınlık gibi bir durum oluşursa da bu problemlerin çözme sorumluluğunu diğer Müslümanlara yüklemektedir.[11] Nitekim bir kötülük gördüğünde seyirci kalmayarak onu düzeltmesi,[12] toplum içinde insanlar nezdinde güvenilir olmakla mü’min ve Müslüman kabul edilmesi,[13] kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemesi,[14] gibi birçok prensip İslam’ın insana yüklediği görev ve sorumluluğun sonucudur. Dolayısıyla İslam’a göre kardeşlik şuuru biri aç yatarken diğerinin tok uyumasını kabul etmediği gibi din kardeşinin derdini kendine dert etmeyeni mümin olarak da kabul etmez. Böylesine güçlü bir kardeşlik şuurunu her bakımdan desteklemek ve içselleştirmek; güçlü, huzurlu ve güvenli bir toplumun oluşmasını da sağlayacaktır. Bunun gerçekleşebilmesi ve bu manevi kardeşliğin korunup sürdürülebilmesi de ancak İslam’ın kardeşlik kapsamında vurguladığı değerlere samimi ve sıkı bir şekilde sahip çıkmakla ve yaşantımıza geçirmekle mümkün olacaktır.