Türküler, tarihle ilişkili gelişmelerden oluşmuşsa, bunların yönetimle bağlantıları vardır. Yani toplumsal olaylar, mevcut devlet yapısının işleyişinden ayrı düşünülemez. Bu yapıya bağlı olarak, yerel hareketlerin de ilişkisiz olduğu söylenemez. Türk toplumunda yaşanmış toplumsal olaylar, Batılı toplumlardaki gibi sınıfsal özellik göstermez, olanlar ise sınırlıdır. Celali kalkışmalarında olduğu gibi ya mezhebi, ya da yönetim anlayışına tepki şeklindedir. Eğer eylem yerel boyutta ise ağa- köylü veya ağa, fert çatışması tarzında karşımıza çıkmaktadır. Tabi bu olayların altında ülkenin iyi yönetilememesinin, adalet mekanizmasının sağlıklı çalışmamasının, yerel beylerin ve yöneticilerin, yoksul kesim üzerindeki uygulamaları, farklı olayların yaşanmasına neden olmuştur.
Yöre efelerinin dağlara çıkış nedenlerine baktığımızda, efelerin yoksul kesim insanları olduklarını ve yöresinin otoritesi sayılan kişilerle sorunlar yaşadıklarını görüyoruz. Buna bağlı olarak yöredeki gelişmelerle ilişki içinde olan halk ozanlarının veya türkü, ağıt yakıcılarının, bu insanların yaptıklarıyla yakından ilgilenmeleri, onlara yakın olmaları efelerin ve bazı eşkıyanın yaptıklarının türküleşmesine ve hayatının öyküleşmesine imkân sağlamıştır.
Muğla yöresinde sevilen Kerimoğlu Eyüp üzerine yakılmış türküyü ele alalım. Kerimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğu olarak büyümüş on yedi, on sekiz yaşlarına gelince, Pisi’nin ileri gelen muhtarı ile sorunu olmaya başlamıştır. Muhtarın hayvanlarının, Eyüp’ün ektiği darı tarlasına girip zarar vermesi, Eyüp ile muhtarın arasının açılmasına neden olmuştur. Araya bu nedenden dolayı bir soğukluk girince, bunun neticesinde bir düğünde oynama yüzünden tartışma çıkmış Kerimoğlu, muhtarı yaralayınca dağa çıkmak yolunu seçmiştir.
Olayda haklı olan Kerimoğlu Eyüp’tür. Çünkü bahçesi zarar görmüş, bir daha böyle olmaması yolunda ikazı olmasına rağmen, bu olay tekrar etmiş, bunun üzerine Kerimoğlu bahçeye giren muhtarın hayvanlarından birkaçını öldürmüştür. Eyüp’ün ağabeyi Hüseyin, bu olayın nereye varacağını bildiği için devreye girmiş, ölen hayvanların parasını muhtara ödemesine rağmen, aradaki soğukluğu giderememiştir. Bu gelişmede Kerimoğlu Eyüp’ün genç ve tecrübesiz olması ve gençliğe geçişin kendine güven veren duygusuyla hareket etmesinin rolü olsa da, asıl sorunu köyün muhtarı göstermiştir. Çünkü muhtar, zengin ve güçlüdür. Kendine ve malına karşı yapılan ufak bir olayı hoş gören biri değildir. Bu yaklaşımdır ki, iki insanı bir düğünde karşı karşıya getirmiş ve bunun sonucunda çıkan olay, muhtarın yaralanmasına, Kerimoğlu’nun da dağa çıkmasına neden olmuştur.
Kerimoğlu’nun dağ hayatı kısadır. Kendisi, genç yaşında asker tarafından sevdiği kızın evinde uyurken öldürülmüştür. Halk vicdanı böyle bir öldürülüşü kabul etmemiş ve bu kısa ömürlü, arkasında önemli serüveni olmayan Eyüp adına türküler yakılmış, yöre ozanları bu ismi efeleştirip kültür tarihinin sayfalarına bırakmıştır.
Muhtara gelince muhtar, Kerimoğlu Eyüp’ün öldürülmesiyle yetinmemiş, Eyüp’ün ağabeysi Hüseyin’i de kendine tehlike görüp ortadan kaldırtmıştır. Şimdi bu gelişmeye baktığımızda güçlü olan belki kazanmıştır, ama halk vicdanı Kerimoğlu Eyüp’ün ölümünün bıraktığı acıyı ölümsüzleştirerek hem de birkaç tane zeybek havası yakmış, hayatını öyküleştirirken, ağıtlarının yıllarca söylenip hafızalara kazılmasına sağlamıştır. Muhtar için bu türküleri koşmamıştır.
Bugün Kerimoğlu Eyüp üzerine yazılmış olan türküyü dinleyenler kimi anmaktadır, onu görmek gerekir. Bakın türkü muhtar üzerine değil, onun dağa çıkmasına neden olan Kerimoğlu Eyüp üzerinedir. Çünkü halk tarihi, güçlüyü değil haklıyı, zalimi değil zalime karşı duranların oluşturduğu bir tarihtir. Bu gerçek halk tarihinde değişmeyen bir kuraldır. Onun için halkın gözünde bu insanlar eşkıya değil efe ve yerine göre de halk kahramanıdırlar. Halk içinde sevilip itibar görmeleri bu yönlerinden ötürüdür.