Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Var efendiler var, hepimizin böyle havalara ihtiyacı var. Memuriyetimizden istifa ettirecek, eve ekmekle tuz götürmeyi unutturacak, şiirler yazdırıp âşık ettirecek havalara ihtiyacımız var.
Marttan beri kucağımıza bir bomba düştü, her gün ayrı patlıyor. Çin-Wuhan, covid-19, pandemi, vaka sayısı, filyasyon, karantina, Hes kodu, dolar, deprem, Trump-Biden, ekonomi, yeni normal, eba, uzaktan eğitim derken hepimiz olduk dert küpü. Oldukça tedirginiz, nereden ne geleceğini bilmiyoruz. Artık havamızın değişmesi lazım, bize bir mucize lazım. Gelin biraz Orhan Veli dizeleri ile nefes alalım.
Kendisi edebiyatımızın “Bir Garip Orhan Veli”si:
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim
Veli’nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim.
Kendisi garip, akımı Garip! 1941 yılında Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın ortak yayımladıkları “Garip” adlı kitaba kadar şiirimizin ölçü, uyak, redif ve sanatlı söyleyişle olan bağı henüz çözülmemiş, şiire özgü ciddi hava ağırlığını yitirmemişti. Ancak bu üç arkadaş daha kitabın ön sözünde dediler ki: “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir.” Öyle de oldu, Garip ya da I. Yeni adı verilen bu akımla geleneğe meydan okundu ve alışılmamış şeylere imza atıldı. Yoksa kimin aklına gelirdi bir şiirde Süleyman Efendi’nin nasırına rastlamak:
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
…
Şiire getirdiği yenilikler edebiyat derslerimizin konusu oladursun bana her daim arkadaşlık eden dizeleriyle buluşturayım sizi. Aylardan nisan diyelim, dışarıya çıkmışım, içimde bir bahar neşesi, dilimde onun dizeleri:
Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç
Oturmuşum yemyeşil bir ağacın altına atılmış bir masaya, çayım gelmiş, der ki:
Çayın rengi ne kadar güzel
Sabah sabah
Açık havada!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
Ben ki çaya tutkun, daha lezzetli gelir bu haliyle. Önümde bir gazete, yine sığamamış birileri bir karış toprağa, göz dikmiş komşusunun taşına. Ona da bir diyeceği vardır:
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Yan masada gözünü telefondan ayırmayan bir genç görünce aynı anda gülümseriz “Cımbızlı Şiir”le:
Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umrunda mı dünya
Üç beş adım sonra deniz kenarında, dalgaların sesiyle dolmuş içim:
Ne hoş ey güzel Tanrım ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş
Açsam rüzgâra yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
…
Bir hüzün bulutu da uğramaz değil, denizden ve gidenlerden olsa gerek:
Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize, dünya güzel
Serde erkeklik var, ağlayamam
Öte yanda ağlarını çözmeye çalışan bir balıkçı görürüm de utanırım biraz bu halimden, o geçim derdindeyken:
…
Ne yardan geçerim ne serden;
Ne denizlerden ne gökyüzünden ama…
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi
Böyle böyle gün biter, Orhan Veli bitmez. Daha vesikalı yârinden, vapurda Süheyla’yı gizlice öpmesinden bahsetmedim bile. Her daim yüzde bir tebessüm oluşturacak şiirleriyle içimizi saran; çocuksu yönünü, alaycı tavrını koruyup bizi de neşelendiren şair, 36 yaşında yani yolun yarısını henüz geçmişken belediyenin açtığı bir çukura düştükten sonra geçirdiği beyin sarsıntısıyla hayata veda eder. Ölümü bile hayatla dalga geçer gibi, öyle basit. Söylenecek daha çok sözü vardı belki ama bize bıraktığı kadarıyla da o güzel havaları, o güzel havalarda gelecek güzel günleri beklemekteyiz. Hem de büyük bir tutkuyla:
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın
Başa dönersek bizim biraz nefes almaya, etrafımızı saran kötü çemberden kaçmaya ihtiyacımız vardı. Bugün bunu yukarıdaki dizelerle yaptık, yarın bir şarkıyla, diğer gün bir filmle, haftaya Leonardo da Vinci’nin Son Akşam Yemeği tablosuyla yaparız. İşte bu yüzden sanat var, sanatçılar var. İyi ki de varlar!